Bazı yazılarını, bazı konulardaki fikirlerini ya da baktıkları
pencereyi beğenmeyebilirsiniz, ama... Yapmayın Emin Çölaşan, Necati
Doğru, Saygı Öztürk gibi gazetecilerden, örgüt üyesi ya da
Cumhuriyet düşmanı çıkmaz.
Eleştirebilir, tartışabilirsiniz, ama “FETÖ üyesi” diye
suçlayamazsınız. Sözcü, bunun için “Yüzyılın en kısa fıkrası” diye
manşet attı bu hafta. Ve yazılan en güzel yazıyı da Aydınlık’tan
Sebahattin Önkibar kaleme aldı.
Bu nedenle çok uzun yazmaya da gerek yok. Hükümet ve yargı,
böyle hatalar yaparsa FETÖ’den arınma sürecini doğru
sonuçlandıramazlar. Ciddiyetlerini kaybederler...
Savcının Emin Çölaşan ve Necati Doğru hakkında yazdığı
iddianameden ceza filan çıkmaz, ama umut çıkar...
Şu anda içeride olan veya içeriye alınmayı bekleyen bütün
FETÖ’cülere umut verir bu iddianame. Onları sevindirir,
mahkemelerde kullanacakları bir masumiyet karinesi verir
ellerine.
Nitekim bu karineyi, onların yerine ADD Genel Başkanı Süheyl
Batum, kullanmaya başladı ve FETÖ yargılamalarını Ergenekon-Balyoz
kumpaslarına benzetti. Çok yanlıştır. FETÖ bundan yararlanır, güç
kazanır...
Emin Çölaşan’a, Necati Doğru’ya ya da Saygı Öztürk’e FETÖ
yaftası yapıştırmak kadar fahiş ve büyük bir hatadır.
Bir hatalar zincirine dönüşmeden, mahkeme bu büyük hatayı
önlemelidir.
68'İN KİTABI
Bu sıra çok hızlı bitiremiyorum okuduğum kitapları. Nicedir
elimdeydi, Prof. Cüneyt Akalın’ın yazdığı “Düşler ve
Gerçekler-50 Yılında Dünyada ve Türkiye’de 68” kitabı.
Dönemin, Türkiye ve dünyadaki tanıklarının doğrudan
gözlemleri, değerlendirmeleri ile birlikte şahane bir 68
analizi...
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının rektör Ekrem Şerif Egeli’in
odasına girmeleri ve orada yaşananlar, (tıpkı Yakup Cemil’in, Enver
Bey’i paylarken Nazım Paşa’yı vurması gibi) Deniz’in de rektörün
öğrencileri payladığı sırada elindeki sopa ile masanın üzerindeki
kristal vazoyu dağıtıp, inisiyatifi ele alışı...
Üniversitede polis tarafından sıkıştırılan öğrencilerin Merkez
Komutanlığından gelen jandarmalardan destek görmesi...
Haklı ve ilerici taleplerin düşsel hareketlere dönüşmesi ve
Doğu Perinçek’in Denizler yakalandıktan sona yayınladığı bildiride
yer alan şu satırlar: “Esas hatamız, asırlardır kökleşmiş zulüm ve
sömürüyü, kişisel kahramanlıkla yenebileceğimizi düşünmekti.”
Bu kitap adeta bir bilanço gibi; haklı isyanın nasıl, düşsel
yanlışlara sürüklendiğini ve bugüne neler bıraktığını gözler önüne
seriyor.
Bugün 68 üzerine yazan ve konuşan çok kişi var, hatta 68’in
mücadele ettiği her şeyi özgürleşme olarak satan boyalı gazeteleri,
yüzleri botokslu yöneticileri bile... Onlar için rock müzikten
ibaret.
Yozlaşmayı postmodernizm diye, Ortaçağ gericiliğini özgürlük
diye, omurgasızlığı demokratlık diye satanlar da yazıyor 68’i...
Tuğrul Eryılmaz’ın röportajını ya da o yıllarda kimsenin ortalarda
görmediği Ertuğrul Özkök’ün arada “solcu” takılmalarını okuyunca,
daha iyi anlaşılıyor bu kitabın ve Cüneyt Akalın gibi yüz akı
akademisyenlerin kıymeti. Bir rock festivali değil 68, ne
Türkiye’de ne dünyada...
Toplumlara öncülük eden öğrencilerin, tıkanan sisteme karşı
isyan etmesini sağlayan bir ruh... Buradan çıkarılacak dersleri
doğru almak yarının dünyasının inşa edilmesi için çok
önemli.
Tam da Fransa’da halkın sokaklara döküldüğü şu günlerde...
Gazetelere bakıyoruz, hepsi de “Sarı yelekliler şunu yaptı, şu
kadar araba yaktılar, burada tutuklandılar” haberleriyle dolu.
Hepsi ne olduğunu yazıyor, ama Aydınlık dışında neden olduğunu
yazan yok: “Neoliberalizmin Çöküşü.”
Bu, Cüneyt Hoca’nın deyişiyle “68’in sahte kahramanlarının” da
çöküşü... Bir Aydınlıkçı olarak Cüneyt Akalın da, ne olduğundan
daha fazla, neden olduğu ve nasıl sonuçlandığını gösteriyor
okura.
Fransa’daki halkın taleplerine bakın. Halk yasa yapıcılığa
soyunmuş. Çünkü sistem artık ihtiyaçlarını karşılayacak yasalar
yapma yeteneğine sahip devlet adamları yetiştiremiyor. Hepsi
karikatür gibi tipler, Macron, Sakozy, Berlusconi, vs... Durum
68’den farklı, ama çöken sistemin yerine yenisini kuracak olan aynı
ruh.
Bu sadece Fransa ile ilgili değil, bir sistem çöküyor, yeni
bir dünya kuruluyor ve yarın dünün hatalarını yapmamak için mutlaka
okunması gerek.
Cüneyt Akalın, dostluğuyla zenginleştiğimiz bir hazine.
Çok yaşa Cüneyt Hocam, çok yaz Cüneyt Hocam...
NEDEN OLUYOR
Artık her kurumda mescitler var, Cuma günleri mesai bile
başlamıyor, Cuma namazı bitene kadar. Bütün kurumlarda türbanlı
çalışmak serbest, üniformaya bile türban takıldı.
Üzeri kırpılmış badem bıyığın yoksa bürokrat olamazsın.
Geçen gün M. Ali Çelebi açıkladı, “Culion Müslümanları hangi
ülkede yaşıyor? Hicretin kaçıncı yılı kutlanmıştır? Kur’an-ı
Kerim’in kapağının birleştirilmesi işlemine ne denir?” sorularının
cevaplarını bilenleri spor bakanlığına antrenör, masör filan
yaptılar; sporcu yetiştirsin ya da tedavi etsin diye...
Birkaç antrenman yaptırsınlar da bak sen neler çıkacak
ortaya.
(...)
Harp Okulu’ndaki mescitte Cuma namazını hangi grubun imamı
kıldıracak diye kavga çıkmıştı. Bütün orduevlerinde bu
konuşuluyordu, ben bile yazdım...
AKP il ya da ilçe başkanlarının referansıyla harp okuluna
alınların, spordan sıkılıp “biz buraya subay olmaya geldik,
sporcu olmaya değil” diye tepki koyduklarını Aydınlık haber
yapmıştı, unuttunuz mu? Artık ne sandılarsa subay olmayı. Dizilerde
gördüğü fon müziğini de bulamayınca, öfkeleniyor zahir.
E Harbiyenin başında da Erhan Afyoncu var zaten...
Benim askerlerim 24 saat hücum yelekleri ile uyurdu ne kaza,
ne intihar korkusu... Ama şimdi, hayatımda duymadığım ölçekte kaza
bela haberi duyuyorum artık, cepheden veya cephe gerisinden...
Kundağı motorlu top patlıyor olduğu yerde. Mesela, G-3 piyade
tüfeklerinin tetik korkuluğunda muhafaza var artık, ancak omuzuna
dayayıp nişan aldığın zaman parmağın tetiğe ulaşabiliyor ki intihar
etmeyesin. Dünyada başka örneği var mıdır kuşkuluyum.
Unuttuk mu, gönüllü istifa etmeleri için baskı yapılan TCDD
yöneticileri vardı, hatta Genel Müdür Yardımcısı gitmekte direnince
gece yarısı makam odasının kapısını açıp, eşyalarını kapı önüne
koymuşlardı. Daha iktidar dönemlerinin en başı idi. TCDD Teftiş
Kurulu devre dışı bırakılıp, onların yapması gereken işleri,
soruşturmacılar yapmaya başlamıştı ki, iktidarı üzecek raporlar
çıkmasın. Böyle böyle 16 yıl geçti.
Şimdi bir trenin rayına başkası girip, ikisi birden üst
geçide, sonra karşıdan gelen banliyö de bunlara bindirince...
Soruyorsun “neden oldu?”
“Ya Allah Bismillah” diye açtın, ama sinyalizasyon çalışmıyor.
Telsizi dinleyip rayı değiştirmesi gereken adam da, o adam işte, o
tuhaf soruları sorarak işe almıştın ya...
Allah korusun diyeceğim de, “Yazıp Sabahleyin Evden Çıkarken
İşlerini/Birer Birer Oku Tekmil Edince Defterini/ Bütün O İŞLERİ
RABBİM GÖRÜR, VAZİFESİDİR...” diye, Akif’in meşhur şiiri geliyor
aklıma, diyemiyorum.
‘Püsküllü Kadir sevmez diye, bunlar da okumamıştır zaten (Yer
yok, tamamını bulup okuyun bir zahmet.) Neyse... Raydan çıkan da
tren değil, devlet.
Anladık mı şimdi, “neden oluyor?”