Şimdi bu “Uygur ozanı Adürehim Heyit’in Çin zindanlarında
işkence altında katledildiği” yalanı ortaya çıktı ya... Biz de
adamın ölmediğini yazdık ya... Hah işte oradan bize laf sokuyor:
“Çinci” diye... Yetmiyor, özelden mesaj yazıyor. Biz Çinci imişiz
de bunlar milliyetçi imiş. Hayatımız ya dağlarda ya hapishanelerde
geçmiş, hem PKK’ya hem de FETÖ’ye karşı vuruşmuşuz, ama sen
milliyetçisin, ben değilim öyle mi?
Unutmuyorum hiç, yıl 1992. Cudi’de bir dağ başındayız,
Hisaramira’da... Her taraf mayın tuzak. Birine basıverdim farkına
bile varamadan. Patlamadı. Çıkardık gömüldüğü yerden, bir İtalyan
mayını, iğne vurmuş, ama aceleyle olsa gerek bir iki tur eksik
vidalandığı için buluşamamış kapsül kısmıyla... Akşama kadar “mayın
seni adam yerine koymadı” diye gülüşmüştü arkadaşlarım ve köşe
bucak dolaşmaya devam etmiştik o dağları... O gün o dağ başında
gülüştüğümüz adamlar, 15 Temmuz akşamı Özel Kuvvetler Nizamiyesinde
ya da sokaklarda FETÖ’ye karşı silah elde vuruştular, bir tane
çürük çıkmadı içimizden.
Böyle yaşadık kardeşim. Şimdi, başının üzerinden bir tek düşman
mermisi geçmeyen sen, eli çamura bulanmayan konforlu hayatında, o
klavyenin başında milliyetçisin de ben değilim öyle mi? Silivri
zindanında, tepesinden mikrofonlar sarkan mahkeme salonunda, bir
kez boyun eğmemişiz Amerikan uşaklarına. Ben müebbetle
yargılanırken sen gazetelerden okumuşsun, sus pus, hatta bana “o
sırada ses çıkarmak zordu tahmin edersin” diye günah çıkarmışsın,
ama sen milliyetçisin ben değilim öyle mi?
Evin, araban, yazlığın, kışlığın... Her bir şeyin var, her
nimetinden yararlanmışsın memleketin. Benim birkaç bin kitabım
dışında bir şeyim yok. Elimde olanı da vermişim, sakat kalmışım,
feda olsun olmasına, ama sen milliyetçisin ben değilim öyle mi?
Öncesi de var bunun. ABD İran’a ambargo uygularken ona karşı
olduğumda bana “İrancı” diyordun. ABD’ye karşı Maduro’yu
savunduğumda “Venezuelacı.” Suriye’yi savundum diye “Esadcı”,
NATO’dan çıkalım, S-400 alalım, Astana’ya sahip çıkalım dedim diye
“Rusçu” demiştin... Şimdi Uygurlar üzerinden başlatılan kara
propagandaya karşı çıktığım için de “Çinci” diyorsun.
Ben Çinci, Venezuelacı ya da İrancı filan değilim, ben
Türkiyeciyim, Türk milliyetçisiyim. Fena mı olur Asya’nın
zenginlikleri Trabzon limanından aksa dünyaya? Trabzon’dan Kars’a
demiryolları döşense vızır vızır, biz de kendi üretimlerimizi
yüklesek o katarlara rahatsız mı olursun?
Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan da Türk, bak onlardan ses
çıkıyor mu, onlar geliyor mu bu oyuna, ama ABD hemen destekliyor
Dışişleri’nin bir yalana dayanan saçma sapan açıklamasını. Hiç mi
ders almıyorsun? ABD’nin Hazar’ı tutuşturmasına yardım etmek
yerine, Kazak, Türkmen, Azeri kardeşlerimizle birlikte Hazar’ın
bereketinden yararlansak, Karadeniz’de beraber yüzsek olmaz mı?
Şimdi ben bunlar olsun diye Avrasya ile ortak bir adım atmaya
çalışırken, ABD’nin güneyimizde kurmaya çalıştığı Kürt devletini
Rusya, İran, Irak ve Suriye ile ortaklaşa engellemeye çalışırken
milliyetçi değilim de; sen CIA’ya bağlı olduğunu herkesin bildiği,
Doğu Türkistan İslami Partisi’nin yalanlarını seslendirirken
milliyetçisin öyle mi?
Olsa olsa Amerikan milliyetçiliği olur seninki, bence bırak da onu
John Bolton yapsın. Ziyan etme kendini onun yerine...
TWİTTER DİPLOMASİSİ
Bizim hariciye, Trump’u taklit ediyor, ama ters taraftan. Trump devletinin kararlarını Twitter’dan duyuruyor, bizimkiler ise Twitter’dan duyduklarına inanıp devlet tepkisi veriyor. Koskoca Dışişleri Bakanlığı’nın böyle maniple edilmesi bir yana, yalanı daha 24 saat geçmeden ortaya çıkmasının itibar kaybı nasıl onarılır? Ah nerede o “monşer”ler... AKP’nin koskoca Dışişlerini nasıl boşalttığını, 250 yıllık tecrübenin yerine nasıl bir vasatlığı doldurduğunu daha iyi ne gösterebilir? Akıl tutuluyor da Twitter konuşuyor artık kürsülerden.
ABD ÖZEL KUVVETLERİ
STK kavramı küresel emperyalizmin, bir müdahale gücü olarak
kullanmasına olanak verecek şekilde kitle örgütleri yaratması için
uyduruldu. (Detaylı bilgi için bkz: M. Hardt-A. Negri,
İmparatorluk, Ayrıntı yay, 2003-ist, s.60 ve devamı). Bunların,
mesela Beyaz Baretliler, Sınır Tanımayan Doktorlar ya da
Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası ölçekte olanları da; Dünya
Uygur Kongresi, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ya da TESEV gibi
yerel ölçekte faaliyet gösterenleri de vardır. Amaçları, ABD
emperyalizminin başka devletlere müdahalesi için bir ahlaki
meşruiyet yaratmaktır. Bir tür Özel Kuvvet görevi
yaparlar.
ABD’nin müdahale ettiği Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Mısır gibi
ülkeler önce yerel sonra da uluslararası STK’ler tarafından mahkum
edildi. “Diktatörlerin yönettiği, insan hakları ve din özgürlüğü
olmayan, sürekli masum insanların öldürüldüğü cehennem ülkeleri”
olarak anlatıldı. Bizim “milliyetçi” ahalinin desteğini alabilmek
için de Saddam’ın Türk düşmanlığı, Irak’taki Türkmen ahaliye
baskısı; ya da Kaddafi’nin Erbakan’a nasıl ters köşe yaptığı gazete
sayfalarını doldurdu. Kaddafi’nin kadın korumalardan oluşan haremi
ya da Saddam’ın her gün tecavüz ettiği küçük kızlar olmadan
olmazdı. Ah bir de demokrasi olsa ne iyi olurdu.
ABD’nin müdahalesi, dünya kamuoyu tarafından bir polis eylemi
olarak kabul edilene kadar sürdü bu. Aynı şeyleri Suriye için
yaptılar.
Şimdi Libyalılar Kaddafi’yi, Iraklılar ve Türkler Saddam’ı mumla
arıyor. Çünkü Libya ve Irak bölündü, Türkiye ise hedef
tahtasında.
Son örnek yeni yaşandı. Şam’ın bombalanmasının sebebi olan
“Suriye’de kimyasal silah kullanıldı” haberlerinin, Beyaz
Baretliler denilen örgütün hazırladığı bir mizansen olduğunu Suriye
BBC temsilcisi açıkladı. Oysa bizim basın nasıl da atlamıştı
üzerine...
ABD’nin Pasifik eksenli yeni konuşlanması için Çin’i hedef alan
“Uygurlar zulüm altında” propagandası da bunlardan farklı değil.
Kendilerine “aktivist” diyen Uygur kökenli etki ajanlarının hepsi
ya Kanada ya da Amerika’da yaşıyor. Temsilcisi oldukları dernek ya
da vakıflar hep Batı merkezli.
Basınımızın bir kısmı bilinçli, bir kısmı da bilinçsizce alet
oluyor bu psikolojik saldırıya... Ne yazık...
ATLANTİK MEDYASI