Her tarafı yırtık ve yamalı elbisesinin kumaşı artık derisiyle
bütünleşmiş gibiydi, sivrisinekler bile pantolonun üzerinden
sokuyordu. Sahi nasıl sineklerdi onlar öyle, üniformanın üzerinden,
ilmiklerin arasından sokarak deri altındaki damarı bulup oradan kan
emen maharetli ve sivri iğneleri vardı... Bazen sivrisineği
öldürmeden önce yaptığı sondaj çalışmasını hayranlıkla izlerdi.
Şu anda pançonun altından sıyrılan sağ ayak bileğinin, postalın
boğazı ve pantolunun lastiği arasında kalan ve çorapla kapalı olan
en çok iki santimlik yerinde hissettiği acı, bu türlü bir sondaj
çalışmasına ait olmalıydı.
Ayağını hızla salladı ve tekrar pançonun içine çekti. Gözünü bir
türlü açamıyordu, çünkü kafasını pançonun dışına çıkardığı anda
güneş ışınları bir iğne gibi göz bebeklerine saplanıyordu. Saat
daha yeni 11 olmuştu, ama güneş yakıyordu, “en az kırk derece” dedi
içinden, pançonun altından çıkmadan saatindeki ısı göstergesine
bakmaya çalıştı, olmadı...
İnatla kalktı ayağa, daha birkaç saat önce yatmıştı, saatin
termometresi 38 dereceyi gösteriyordu, öğleden sonra bu kırk
dereceyi geçecek ve dudaklarını çatlatan o kupkuru rüzgârın
çıkmasına bile sevinecekti... Geceleri keşif ve pusu görevi
yapıyor, sabah gün ışıdıktan sonra da geçici üs bölgesinde, ufka iz
düşürmeden gözetleme yapıyor ve istirahat ediyorlardı. Ama havanın
sıcaklığı yüzünden en çok 3-4 saat uyuyabiliyorlardı, çünkü
bulundukları yerde kafalarını sokabilecekleri bir çalı gölgesi bile
yoktu.
Yavaşça doğruldu, etrafına bakındı, hemen birkaç adım ötesindeki
habercisinin elindeki konserveyi g&o...