Hiç unutmam, 1992 Irak harekâtında, bir arkadaşımız çatışmanın
serencamı içinde, şimdi adına Tarık Tepe (neden Tarık Tepe olduğu
da ayrı bir kahramanlık öyküsüdür) denilen ve Sinath vadisini
kontrol eden tepenin yamacında tek başına kaldı. Yukarı doğru mermi
yağmuru altında taarruz ediyordu. Mehmet adında (tam adını,
güvenlik nedeniyle yazmayı uygun bulmuyorum) şimdi Almanya’da
yaşayan aslan yürekli bir astsubayımızdı. Teröristlerin mevziileri
tahkimli olduğundan, hafif silahlarla yapılan destek atışı bir işe
yaramıyordu. Kendisi tepeye doğru taarruz ederken, 57 mm’lik
GTT’nin başında da başka bir kahraman arkadaşımız vardı ve ona
destek atışı yapıyordu. Bir ara manevra yapan arkadaşımızla
teröristlerin arası o kadar daraldı ki, destek için atılan 57’lik
GTT mermisi manevra yapan arkadaşımızın tam üstüne denebilecek
kadar yakınına düştü. Arkadaşımız patlamanın yarattığı toz
bulutunun altında kayboldu. Çoğumuz bir yandan onun şehit olduğunu
düşünürken, diğer yandan bazı arkadaşlarımız GTT’nin başındaki
arkadaşımıza telsizden kızmaya başladı: “Ne biçim atış bu? Neden
dikkat etmiyorsunuz?” vs. Aslında ortada dikkatsizlik filan da
yoktu, sadece mesafe kısaydı, ama o anın psikolojisi de böyle idi
işte...
Bütün bunlar olurken telsizden Mehmet’in sesi geldi, son derece
soğukkanlıydı: “Harika atıştı, çok güzel, çok güzel... Bundan
sonrakini biraz daha yukarı ve sola kaydıralım, çok güzel...” Sanki
çatışmada değil de bilgisayar oyunundaydı. Koşarken bir yandan da
ateş ettiği için, telsizle konuşması pek mümkün değildi, ama bu
konuşmayı yapmak için özel olarak bir yere sinip beklemişti. Çünkü
bu soru ve azarlamalarla oluşacak moral bozukluğunun hem sonraki
atışları, hem de sonraki manevraları olumsuz etkileyeceğini şimşek
hızıyla anlamış ve bunu yapmaya karar vermişti. Yani bir yandan
düşmanı kollarken, diğer yandan iç cepheyi toparlıyordu. Bir
anda bütün yeis ve moral bozukluğu dağıldı, müthiş bir hava sardı
dört yanı. Tek başına o tepeyi ele geçiren kahramanın ise yıllar
sonra hepimizin aklında kalan en önemli eylemi, o tepeyi tek başına
ele geçirmesi değil, cephenin moralini koruyan bu soğukkanlı
davranışıydı. Çünkü bu kendi başına ne geleceğini, ya da nasıl
mutlak bir ölümden döndüğünü değil, diğer arkadaşlarını ve savaşın
geleceğini düşünen üstün bir karakterin eylemiydi. Kahraman bir
karakter, anlık kahramanlıklardan daha önemliydi hepimiz
için.
Her yöneticinin en önemli özelliği bu olmalıdır. Çünkü iç cephede
dağılma, savaşı kaybettirir... Uyarılar, toparlamalar, geri
beslemeler hep buna göre yapılmalıdır.
MEDYA MAYMUNU
Medyanın ilkesizliğini karikatürize etmek için ağzını, gözünü ve
kulağını kapayan üç maymun kullanılır sıkça... Gezi olaylarında ise
NTV’nin yayın tarzından dolayı bunun sembolü penguen oldu. Aslında
ne maymunun, ne de penguenin günahı var, gazeteci hayvanlardır,
karşılaştıkları bir tehlikeyi anında kulaktan kulağa bütün sürüye
iletirler. Biri, herhangi bir yiyecek kaynağı bulunca hemen
hepsinin haberi olur. Paylaşırken biraz itiş kakış olur, ama en
azından kimse bir şeyi görmezden gelmez. Muz ağacını ya da balık
sürüsünü görünce yokmuş gibi davranmazlar.
Koca gazeteler (utandırmamak için isimlerini vermiyorum) bütün
partilerde genç ve kadın adayların ne kadar fazla olduğunu
anlatacak manşet atmış, altına yazmış haberi “şu partide bu kadar
genç, bu kadar kadın var, filanca partide bu kadar, falanca partide
şu kadar...” Türkiye’de en fazla kadın ve genç adayı olan Vatan
Partisi, ama adı bile geçmiyor. Üstelik bunlar, neredeyse bütün
Türkiye’nin tanıdığı, memleketin en büyük gençlik örgütünün eski ve
yeni liderleri... İçlerinde gazete, Tv yönetenler var, ama kardeşim
bu medya onlara bile kör.
Ne desem, neye benzetsem bilemedim. Ayıptır, arkadaşlar ayıptır.
Hepimiz kalem tutuyoruz, gazeteciyiz. Kalemin de bir namusu var, bu
kadar ayak altına atmayın. Bir gün size de lazım olur!
ÇÖKÜŞÜN KILAVUZLARI
Batı sistemi artık lider yetiştirmiyor. Hangi ülkeye baksanız
karikatür gibi adamlar. Yeni de değil, uzun bir süreden beri
böyle... Clinton, Trump, Sarkozy, Berlusconi, Holand, Macron gibi
magazin basınının konusu olan adamlar. Bu bir sonuç, her şeyi,
insanı bile pazara malzeme yapan vahşi kapitalizmin yarattığı yeni
insan tipi: Çöküşün kılavuzları...
Bizde de bu yozlaşmayı takip etmeyi ideoloji haline getirmiş bir
kifayetsizlik hakim, iktidar ve muhalefet saflarına. Dillerinde
cumhuriyet, ama eylemlerinde Batı taklidi... Kendilerindeki bu
yaman çelişkiyi görecek kadar bile donanımlı değiller. “Yüzümüz
Batı’ya dönük” diyen Muharrem İnce, Bolu’da Milli Eğitim
Stratejisini şöyle tarif ediyor: “Cumhurbaşkanı olduğumda
AKP’lileri, HDP’yi, Saadeti çağırıp bir yıl içinde eğitimi
belirleyeceğiz.” Bilim yok, akıl-mantık yok, taklit var. Tayyip
Erdoğan da o cemaati, bu derneği dinleyerek belirlediği için bu
hale gelmedi mi eğitim? Ekonomiyi düzeltme politikası da aynı:
“Yabancı para cinsinden varlıkların TL’ye çevrilmesini çağdışı”
buluyor, yeniden güven sağlayıp sıcak para bulacakmış. Yani Batı
takibine devam. Akşener’e baksan AB üyeliği parti programının
göbeği. Ekonomik krizi Batı’nın güvenini kazanarak atlatacak.
Tayyip Erdoğan ağzıyla konuşuyor, çünkü Batı’dan sadece bunu
öğrendiler... Saadet’in sakalına bakmayın hiç, Batı “açılım” diyor
onlar tekrarlıyor. AKP zaten Batı kuyruğunda bu hale getirmedi mi
memleketi, bu halde nasıl seçenek olacaklar?