ÖNCELİKLE, ahlakın sadece dindarların değil, herkesin uyması gereken davranış kodları olduğunu tekrarlamak istiyorum. Yalan söylememek, haksızlık yapmamak, kurallara uymak, dürüst olmak vb. gibi ahlaki ilkeler, hiç kimsenin tekelinde olmayan evrensel insani değerlerdir.
Ayrıca, günah ile ahlaksızlık kavramlarını birbirinden ayırt etmek de gerekir. Çoğu kez, dini bir kavram olan günahla beşeri bir kavram olan ahlak iç içe geçer. Halbuki, her ahlaksızlık bir günah iken, her günah ahlaksızlık olmayabilir. Rüşvet almak hem ahlaksızlıktır hem günahtır; bir kadının şarkıcı olması günahtır ama ahlaksızlık değildir; kırmızı ışıkta geçme veya bir işlem sırasını beklememe günah listesinde olmamakla birlikte haksızlıktır, dolayısıyla günah sayılır.
Şüphesiz, her an bir, tek ve mutlak olan Allah’ın gözetimi altında olduğunu bilen ve yaptıklarının hesabını vereceğine inanan bir insanın hayatını daha temkinli yaşaması beklenir.
Ancak yaşananlar bize gösteriyor ki her zaman böyle olmuyor.
Çoğu kez, daha aşkın bir amaç için araç olan ideoloji veya siyasi tercihler bizatihi amaç haline gelebiliyor. Bu durumda ideoloji veya parti bir kimlik veya aidiyet oluşturuyor. Böyle bir gruba mensup olmanın getirdiği aidiyetler ve kimlik homojenleşiyor ve kolayca değişmiyor.
Halbuki, İslam bireye yaratıcısı ile sürekli ve organik bir ilişki öğütler. Müslümanlık Allah ile bir kez sahip olunan sabit bir ilişki değil, sürekli yenilenen ve yinelenen bir bağlılıktır. Bu bağlılığın özü ise hakka, adalete, salih olana ve helale sadakattir. Davaya hizmetin, partiye desteğin, cemaate finansman sağlamanın ölçüsü de bunlardır.
Ayrıca kimlikler ötekilere göre kendini konumlandırır. Bir kimlik sadece kendi değil, aynı zamanda ötekinin karşıtıdır. Farklı olanın rakip veya düşman olduğu bir konum herkesi kendi kimliğini veya aidiyetini savunmaya veya korumaya yöneltiyor. Bu durumda kimliği veya aidiyeti korumak her türlü değerin üzerine çıkıyor.
‘AHLAKIN BUHARLAŞMASI’ SORUNU