Kendimi yazıya borçluyum. Benden önce yazılanları okuya okuya ve sonra da kendim yaza yaza var oldum. Yazı kimsesizdir. Yazar da öyle. Okur teslim alır yazı yoluyla bu kimsesizliği. Ne var ki bu kimsesizlikte öyle bir âlem çınlar ki büyük yazı böylece herkesin âlemi olur. Çocukluğum yazıya dair her âlemden mahrumdu oysaki. Kalem, kâğıt ve kitap da dahil buna. Tek servetim kelimeler ve hayal gücüydü. Eğer bir insan onlarla varlık savaşına girişebiliyorsa, aslında böylece her şey asıl ve yeniden başlıyordu. Eşya, olgu, hareket, duygu, düş, düşünce, hayat gözlüyordu yazının bu dokunuşunu. Oluş müthiş bir şeydi. Yazı oldurmaktı.
Bazen şu okuduğunuz yazı öncesinde en az iki yazı daha yazdığım oluyor. Tekrar tekrar okuyorum onları. Üzerlerine düşünüyorum. Geri dönmek, geri bakmak hayatta dayanılmaz bir şey benim için. Azap. Fakat yazı sizden çıkınca ilerlemeye de başlar. Hiç düşünmediğiniz bir yere dokunur, orada istenmedik bir yara açılır mı diye itina gösteriyorum. Sakınıyorum. Sakınıklık yazının cesaretsizliği değil, varlığı korumak adına sergilediği rikkatidir....