Kıyıya ramak kala başını uzatan kayalık, dalganın altında bir belirip bir kayboluyor. Bunun bir kayalık olduğunu bilmesek denizin dibinden türlü oyunlara meraklı canlıların çıkacağını, kaş göz işareti yaparak gelip yanımıza oturacağını sanabiliriz. Fakat, hayır, onun iri bir kaya olduğuna, balıkçıların yanından geçerken dikkat ettiklerine, kürek sporu hocalarının öğrencilerini ‘kayalığa dikkat!’ diye uyarmalarına, kaç kez şahit oldum. Deniz geri çekilip de kayalığın en uç kısmının yaşlı bir adamın kafası gibi arkaik çağrışımlarla köpüklendiğini bile gördüm. Şimdi bu ilk Eylül sabahı ne denizden gelecek sürprizin ne de martı veya karga şamatasının keyfimi bozmasını istemiyorum. Birazdan Ada Vapuru güneşin altın sarısını bir tül gibi sürükleyip götürecek; bense onu, her yıl bu köşede karşıladığım Eylül fikrini tekrar düşüneceğim. Hakkında düzülen bunca methiyeyi, şiirin romanın arasına dalışını muhakeme edeceğim. Bir geliş diliyle seslenilen Eylül’ün aslında oyunbozan bir gidiş olduğunu iddia edeceğim.
Derdimi anlatmak için bir şaire, Turgut Uyar’a gideceğim ilkin; ‘kalbim koskoca bir yaz bitti kalbim/ aklımdan neler geçirdim olmadı ben anamı isterim’. Dikkatli okur...