Uzun zamandır böylesi bir sakinlik yaşamamıştım. Sadece kaslarım, damarlarım, kemiklerim değil tüylerim bile sanki uyuşmuş dünyada başka bir zaman varmış duygusunu tattırmıştı bana. Çok özel bir sebebi var mı diye zihnimi yokladım. Ekim güneşinin keskin ve aydınlatıcı ışığında kaşlarımı bir o yana bir bu yana oynattım. Bir gerekçe bulamadım. Her iki burun deliğimden de rahatça nefes alıyor, oturduğum bankta ayak bileklerimi saran güneşe teslim olmuş bekliyordum. Çiçeklerini çoktan dökmüş mazlum iki mimoza, bir manolya, birkaç çitlenbik, üç beş ıhlamur ağacı karşılarındaki şehir ardıcının altında salınan zeytine bakıyorlardı. Belki de bu zeytin ağacıydı elimi kolumu bağlayan. Sanki hastane bahçesinde değil de huzur havuzuna akmış su misali kendi eteklerim...