Aradaki bir saatlik zaman farkını hesaba katmayı unutmuştum. Yaşadığım şehre göre ve alıştığımdan daha erken vakitte dışarıda bulmuştum bu yüzden kendimi. Yine yürüyecektim. Bu kaçıncı dünya şehriydi? Saymak istemedim. Dünyanın her yerinde sabahlar hem farklı hem de birbirinden güzeldir. Dün gece meçhul ışıklar içinde geldiğim bu yer içimde sonsuz bir belirsizlik çağrışımı yapıyordu. İyice birbirinin taklidine dönüşen havaalanları, pasaport kontrolleri, free shoplar ve çıkış kapılarında birer avcı kuş gibi bekleyen taksicilerin pençesi geride kalmıştı. Yorgunluk insan bedeninin ruhuna armağan ettiği geçici bir teselli armağanıdır. Ben bu teselliyle bir süre deliksiz uyuduktan sonra yavaş yavaş yatağımı sonra da içinde bulunduğum anın idrakinin yabancılığını fark etmiştim. Sonra da uyuşuk bir geçmişin tuzağına düşmemek adına hızla kalkmış ayakkabılarımı giydikten sonra kendimi otelin lobisinde bulmuştum. Sırtıma ısırıklarla saldıran klima havasına aldırmadan dışarı çıkmıştım. İşte şimdi gözlerim, kulaklarım dahil parmak uçlarımdaki hissiyata kadar buradaydım.
İlkin ummadığım bir sabah kuşunun içli fakat arkaik ötüşü dürttü beni. Yıllar yıllar önce bir Kudüs sabahında...