Etraftaki tek ağaç incir değil. Yaygın ve gür dere boyunca gururlu çınarlar, çitlembikler, fıstık çamları, akçaağaç, akkavak, ladin, ceviz, dağdağan aklına ne gelirse her boy ve cins iç içe geçmiş yanyana dizilmiş durumdalar. Araya serpilmiş nar çalıları, yaban gülleri, bodur meşeler, dut, erik, ardıç, gah birbirini kıskanarak gah birbirine imrenerek salınıp duruyorlar. Gözümü kapadığım zaman güneşin batma vaktine nazire edercesine şırıltısını yükselten suyu duyuyorum. Yükseklerden, Bolkarlar’ın saklı diplerinden çıkıp geliyor olmalı su. Gözümü açıp tekrar kapatıyorum. Fark ediyorum ki bu şırıltı aynı değil. Nasıl bir suda iki kez yıkanılmazsa bir şırıltı da iki kez duyulamaz. Şimdi incire haksızlık etmeyeyim. Bu aklımdan geçenleri ona borçluyum.