Geçmiş zaman. Karaköy’den kalkan vapurla Kadıköy’e geçiyoruz. Yıldız Ramazanoğlu ve Sibel Eraslan’ın arasında oturuyorum. Söz ağzımdan akşam güneşinin turuncu oklarıyla yarışırcasına keskin ve berrak çıkıyor. ‘Ateşler içindeydim. Yanıyordum, sanki bir ateş bahçesinin içindeydim. Etrafımı saran alev salkımları, ağaç formuna bürünmüş, çalılıklar, böğürtlenler, ismini bilmediğim otlar, yaban yemişler arasında bir tutuşmadır gidiyordu. Dün geceden uzun sürmüş bir yolculuğun uyuşturduğu şuurum bu ateşi adeta seviyor ve ondan gizli haz bile duyuyordu. Ama ateşti bu. Ne beden ne ruh onun azabına ne kadar dayanabilirdi.