Bazı zamanlar kendimi bedenimden geçen bir ırmağın sonsuz akışında buluyorum. Ne yöne aktığı önemli değil. Debisi kadar hızına teslim olmak bana ‘iyi’ geliyor. Bu bedenimin rahatlamak için yarattığı bir oyun mu o da önemli değil. Kıvrılışları kadar akışının hızlanışını hissediyorum. Onun hallerine göre atışının değişiyor nabzımın. Bazen ölüm derecesinde durgunlaşıyor. Hani bir ırmak bazı yerlere ulaştığında iyice yaygınlaşır, debisi neredeyse sıfır derecesine düşer ya ben de bu hallere bürünüp kendimin daha ötesine geçmeyi arzuluyorum. Sakinleşiyorum. Varlığımdan, tıpkı bir ırmağın akıştan vazgeçip de toprağın altına dönmesi benzeri iyice içime sızıp kaybolmak istiyorum. Bir ırmak da böyledir gerçekten. Siz toprağın karakterine verin ya da mevsimin sıcağına, yağışın yağmurun azlığına, birden yitiverir ırmak dediğin. Sonra da sürprizli şekilde başka bir yerden kaynayıverir.
Böylesi hallerde vazgeçişi daha bir düşünür oluyorum. Vazgeçmekten kastım bıkıp usanmak dünyadan el etek çekmek değil. Tembellik hatta miskinlik hiç huyum olmadı şu hayatta. Tam aksine ne fazla ne eksik, ne yüklenmeye ne taşımaya değer onu ölçüp tartma hali. Ve yine kendimi iyilik denilen şeyin...