TRT’de çalışmaya başladığım ilk yıllarda Sezai Karakoç hakkında hazırladığım master tezi için de araştırmalar yapıyordum. Nursel Duruel vasıtasıyla 2000’e Doğru Dergisi’ne ulaşmış, Sezai Karakoç’un Cemal Süreya’ya yazdığı mektupların birer fotokopisini edinmiştim. Karakoç zaman zaman bu mektuplardan söz açar hatta Süreya’nın oradan mısralar yarattığını söylerdi. Öncelikle benim için heyecan vericiydi elimdeki belgeler çünkü bir şairin iç dünyasına bakma imkanı veriyordu. Sezai Karakoç nedense bu mektuplardan söz ederken ‘bunalımlı bir dönemde yazdığım şeyler olabilir’ türünde cümleler kuruyordu. Bu bir ön alma mıydı? Bu bir pişmanlık mıydı? Sonuçta yalın hallerimizden bir parçaydı mektup. Sanatın ve sanatçının perdeli tarafını görmeye de bir nebze olsun imkan veriyordu. 2000’e Doğru Dergisi’den fotokopileri alınca Sezai Karakoç’u aradım. ‘Onları hemen bana getir’ dedi. Seyahate gidiyorum, uçağa yetişmem gerekiyor, dönünce uğrasam uygun olur mu diye sorduğumda en nazik emir tonuyla ‘onlara bakmam lazım’ dedi ve ucu ucuna uçağa yetişme pahasına Mecidiyeköy’den Cağaloğlu’na geçtim.
Ne vardı bu mektuplarda? Olan benim için berraktı. Sütun kitabındaki yazılarda gördüğümüz...