Haluk Dursun’u devlet görünümlü bir törenle, mimozalar, erguvanlar, sümbüller, bülbül sesleri, lüfer akınlarına doğru defnetmenin, ironik ve çelişik bir tarafı var. Ölümü arkasından yapılan ‘devlet’ vurgusunu her zaman devlet çene/ çetesinin alışılmış panik haliyle açıklıyorum. Yoksa öteki türlü bir kez daha herkesin boyu açığa çıkacaktı. O, tam anlamıyla kültürü önde tutan bir sivildi. Başkanlık, müsteşarlık, bakan yardımcılığı geçici sorumluluklardı. Başka türlü bir çift kumruya Topkapı Sarayı’nda müsaade edemezdi. Makam aracından inip ceketini çıkarmazdı. Ve benim Haluk Dursun ile dostluğumuzu başlatan bordo renkli bir süveterdir. 2000’lerin daha başlarında muhafazakar kimlikli birisinin hala TRT Televizyonuna (devlet) çıkması öyle kolay bir iş değildi. Bir dizi kalıplaşmış ideolojik duvarlar vardı ve şimdi hiç ayrıntısına girmeyeceğim sansür tuhaflıkları işliyordu.