Anlatırken o anı tekrar yaşıyor gibiydi. İkimiz de kimden bahsedildiğini çok iyi biliyorduk. Biraz peltek diliyle cümleleri özenle seçiyor böylece dolaylı bir şekilde anlattığı kişiye saygı duyduğunu da göstermek istiyordu. Yoksuldu o kişi. Fakat yoksulluk her tür insani erdemi ortadan kaldıracak güçte değildi henüz o zamanlar. Çocukluğum ve ergenliğimin ilk eşiği bu vakitleri idrak etmekle geçmişti. Suya, toprağa, havaya, ateşe henüz bağlıydı insanlar. O yüzden en çok da o, hangi suyun ne derece lezzetli olduğunu bilir dağın hangi koyağında hangi ağaç boy verir haberliydi. Karakışın ayazı ile temmuz güneşinin yakıcılığını çok kere tecrübe etmişti. İçi yana yana su içmek nasıl bir şeydir yüzünde görmüştüm kaç kez. Sözü sürmek kadar toprağı sürmek aynı kökte birleşir. Yokluğu umursamadığı için de sırf kokusundan ayrı düşmemek için soylu at beslemeyi sürdürmüştü. Sabır mı onu eğitir yoksa o mu sabra şekil verir kestirmek zordur. Özenle sardığı sigarasının dumanında dikkat ederseniz sessizliğin en yüksek seviyesini duyarsınız. Hiç dumanın sesi olur mu diye şüpheye kapılmayın vardır dumanın sesi de her çekişte alazlanan tütünün ateşi onu gizler.
İşte şimdi o, yani anlatıcı...