Eskiden uzakların tadı vardı. Gidilmemiş yerde yaşardı sevilenler ve merak edilenler. Vakit uzadıkça, mesafeler arttıkça içten içe çoğalırdı acıyla sarmalanan bu tat. Zihin uzun uzun hazırlık yapardı uzağı yakın kılacak yol için. Hayal ile fedakarlık, düş ile çaba iç içe geçerdi. Belki binlerce yorgun kalp ve bir o kadar yorgun yüz umutsuzluktan telef oldu. Ne uzak için yola çıkabildi ne de oradaki hasretine kavuştu. Uzakların bir içleniş kipi hâlinde dilde dönerken bize bıraktığı saygınlık karşısında hep boyun büktük. Neredeyse ölüm daha yakın ve kolaydı. İçinde uzaklara dair nice tortuyla dönen seyyahların anlattıklarıyla biraz olsun ferahlayanlar oldu. Fakat uzak varlığın ırasında bir oluş darası gibi hep kaldığından olacak o yara da hiç kapanmadı. Elindeki tohumu...