Alçalmak ve yükselmek insana yüklenmiş iki hâldir.
Allah’ın kendi eliyle tesviye etmek ve ruhundan üflemek suretiyle (Sâd Suresi, 38:72) ahsen-i takvim üzere (en güzel / mükemmel şekilde) yarattığı insan (Tîn Suresi 95:4), hem bedenen hem de ruhen güzel (mükemmel) bir varlıktır.
Dolayısıyla insan, illiyyîn’den (en üst makamdan / en yüksek yerden; Mutaffifîn Suresi, 83:18-21), amel (yaşama / fiil) mahalli olan esfel-i sâfilîn’e (Tîn Suresi, 95:5) indirilmiştir ki, bu yer aynı zamanda onun bedeninin de maddesi olması bakımından aşağıların aşağısı olarak hayvanlık seviyesidir.
Buna göre esfel-i sâfilîn’in insanın alçalmasındaki, illiyyîn’in ise insanın yükselmesindeki sınır olduğuna hükmedilebilir. Nitekim her iki hâlin insanın nefsinde yerleşik olması olması da bu hükmün doğruluğunu teyit eder.
Bu bahiste iginç olan, esfel-i sâfilîn’de hayvandan daha aşağı düşülerek bir tür helak oluş (insanlık vasfını kaybediş, şeyleşme, hiçleşme) söz konusu iken (A’raf Suresi 7: 179), illiyyîn’den sonrası için yapılabilecek bir belirlemenin (tanımın) bulunmayışıdır.
Diğer bir söyleyişle, hayvandan daha aşağıya düşülerek insanlıktan helak olma insanın kendi iradesinin, kararının bir sonucu iken, illiyyîn’e erişmek ve ötesine geçmek ancak onun vehminde mümkün olabilmektedir.