Büyüklerimizin “beşikten mezara kadar” bir tür açlık haliyle ilme açık oldukları çoğu zaman gerçekliği de aşıp efsanelere konu olmuştur.
Örneğin astronomiden fiziğe, matematikten tıbba, coğrafyadan tarih ve dinler tarihine… çeşitli alanlarda çok değerli eserler veren Ebü’r-Reyhân el-Bîrûnî’nin (ö. 453/1061?) ilim aşkıyla ilgili olarak, kendisi gibi coğrafyacı, tarihçi, edip ve seyyah olan Yâkût el-Hamevî şu bilgiyi iletmiştir:
“Dilbilimci el-Kâdı Kesir bin Ya’kâb el-Bağdâdi, İslâm Hukukçusu Ebu’l-Hasan Ali bin İsa el-Velvâleci’den nakille anlatır: “Ebu’r-Reyhân’ın yanına girdim. Tek başınaydı. Canı boğazına gelmiş, göğsü iyice daralmıştı. O hâldeyken bana sordu: ‘Bana o gün ceddatü’l-fâside hesaplamasını (miras hukukuyla ilgili bir konuyu) nasıl anlatmıştın?’ Durumundan çekinerek dedim ki: ‘Şu hâldeyken mi anlatmamı istiyorsun?’ Bana şöyle cevap verdi: ‘Behey adam! Dünyaya veda ediyorum. Bu meseleyi biliyordum. Onu (tekrar) öğrenmem bilmememden daha hayırlı değil mi? Câhil mi gideyim istiyorsun?” Bunun üzerine kuralı söyledim o da ezberleyip bana tekrar etti. Sonra yanından ayrıldım. Henüz yoldayken feryatları işittim (Ebu’r-Reyhân vefat etmişti).” (el- Bîrûnî...