Ömer Lekesiz Yeni Şafak Gazetesi

Bir kutsal lafıdır almış başını gidiyor

Geçen yazımda üzerinde durduğum, Sirette Sureti Görmek - Hz. Peygamber’i Kurmaca Dünyada Yazmak konulu sempozyumda, özellikle akademisyen tebliğcilerin, Hz. Peygamber’in hayatını anlatmayı ya da anlatmamayı işlerken...

03 Aralık 2017 | 298 okunma

Geçen yazımda üzerinde durduğum, Sirette Sureti Görmek - Hz. Peygamber’i Kurmaca Dünyada Yazmak konulu sempozyumda, özellikle akademisyen tebliğcilerin, Hz. Peygamber’in hayatını anlatmayı ya da anlatmamayı işlerken, kutsal kelimesini sıradan bir sıfat olarak kullanmalarındaki rahatlık dikkatimi çekmiş ve aynı tebliğcilerce Hz. Peygamber’in hayatının anlatılmasına dair kimi hassasiyetlerin, nazariyata ve tekniğe dair bir problem olarak değil, adeta (kendisinden korkulması gereken) kutsallığın ihlaline dair bir problem olarak ele alındığını fark etmiştim.

Bu tanıklığım, Kudüs seyahatlerimde de kimi rehberlerin kutsal kelimesini bol keseden kullanıyor olmalarıyla birleşince, söz konusu problemin, Türkçe’de, sonuna “-sal” eki getirilen kut kelimesinin, giderek Hristiyani bir kelime olan 'kutsal’la (holy) örtüştürülmesinden ve kimi anlamsal benzerlikleri nedeniyle kut kelimesine aşinalığın (özellikle yabancı film dublajlarının da etkisiyle) 'kutsal’ın kullanımını adeta meşrulaştırmasından kaynaklandığı sonucuna vardım.

Gerçi, Kamil Güneş, İslam Düşüncesinde Kutsallık adlı çalışmasında (İnsan Yay., İst., 2010), kutsal kelimesini “Türkçe kökende kullanılan haliyle Türkçeleştirilmiş Arapça kökeninin ilginç bir biçimde benzeştiği yeni bir kelime” olarak niteledikten sonra, Ötüken Türkçe Sözlük’ü hazırlayan Yaşar Çağbayır’dan naklen bu kelimenin Türkçe’de Cumhuriyet Dönemi’nde kullanılmaya başladığını söylüyorsa da, benim kastettiğim kullanım rahatlığı asıl son birkaç yıl içinde ortaya çıkmış gibi görünüyor.

Nitekim, Türk Dili Araştırma Kurumu tarafından 1935’te basılan Osmanlıcadan Türkçe’ye Cep Kılavuzu’nda kutsal kelimesi de bir yana kut ya da mübarek kelimelerine bile hiç yer verilmezken, TDK Sözlüğü’nün 1981 basımında, “1. Tapınılacak ya da yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, 2. Üstünde titrenilen” şeklinde açıklanmış olan kutsal kelimesi, aynı sözlüğün 2010’daki genişletilmiş basımında, “1. Güçlü bir dini saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes, 2. Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut, 3. Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen, 4. Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olan” şeklinde yer almış.

Demek ki, TDK sözlüklerinde, deyim yerindeyse hormonlanarak, Hristiyani içeriğine çok yaklaştırılan kutsal’ın yukarıda verdiğim örneklerle ilişkili layüsel kullanımı çok eski zamanlara ait değil.

Üstelik bu, kut’u “Uğur, saadet, mutluluk”, kutlu’yu “Uğurlu, hayırlı, mübarek” kelimeleriyle açıklayarak, kutlu kelimesine hiç bir itibar etmeyen Andreas Tietze gibi bir dilcinin yaşadığı dönemde böyle oluyor (Bkz.: Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügatı, TÜBA Yayınları, Ankara 2016) 

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Dâvûd el-Kayserî’nin Mukaddemât’ı 23 Kasım 2024 | 59 Okunma ‘Sanat gayet lüzumlu bi şey olup, olmayınca hiç olmaz!’ 19 Kasım 2024 | 42 Okunma Horasan Erenlerinin ‘Anadolu Mayası’nı hayatın içinde tutmak 16 Kasım 2024 | 98 Okunma Horasan Erenleri hakkında birkaç soru 14 Kasım 2024 | 265 Okunma Horasan Erenleri: Ne devletle ne devletsiz 12 Kasım 2024 | 917 Okunma