Tırnak içinde varlık, felsefenin daimi meselesidir. Öyle ki, Heidgger bunu “Varlığın yorumu ile ilgili çatışma yatıştırılamaz, çünkü henüz alevlenmiş bile değildir. Ve sonunda bu ‘rasgele seçilecek’ bir çekişme değildir; tersine çatışmanın alevlenmesi bir hazırlığı gerektirir.” şeklinde hem özetler hem de geleceğe taşır.
Varlık meselesinin, ed-Din içinde bir şeriat üzere, millet-i ebed müddet / devlet-i ebed müddet fikriyatıyla bir var oluşa esas teşkil etmesi ise kendi (yaratılış) vakine erişmiş, kendi mühletini (ömrünü) idrak etmiş olmakla bizim meselemizdir. Diğer bir söyleyişle felsefenin daimi meselesi olan varlık, belli bir tarzda var olma yükümlülüğüyle bizim kendi zamanımızdaki siyasetimizin de esasını oluşturur.
Burada siyaset derken, demokrasi tanımlı bir Batı dayatması olarak uygulanan gündelik politika yarışından, kahvehane muhabbetinin en ballı temasından söz etmediğim gibi, modern kahvehane hükmündeki medyanın kanıksanmış uğraşısından da söz etmiyorum.
O siyaset zaten, kastetiğim asıl (asli) var olma gayretinin, geçmişten beslenen ve geleceğe yürüyen büyük siyasetinden apardığı kimi simgelerin içlerini boşaltmak suretiyle kullanması cihetinden de konumun dışındadır. AK Parti’nin varlık ağacını karikatürleştirerek elde ettiği amblem (ampul) ile son belediye seçimlerinde kullandığı gönül klişeli söylem bunun tipik örnekleridir.
O halde, varlık meselesine yaslandırılmış olan varolma çabası ve bunun gerektirdiği büyük siyaset, aynı zamanda bir beka meselesi olarak bizim asli meselemizdir.
Bundan olmalı ki, üstad Yalçın Koç, geçmişte mayalandığımız ve yeni varlık anlayışımızı (var olma çabamızı) da ancak buradan oluşturabileceğimiz Anadolu Mayası’na mahsus Türk Kimliği Üzerine Bir İncelemesi’ni şu cümle ile başlatır: