Türkiye, bölgedeki çoklu ve sıkça değişken ittifakları kendi lehine sağlama almadan (ki, bu zaten muhaldir), sınır güvenliği için, Fırat Kalkanı Harekatı’ndan sonra, PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütlerine yönelik yeni bir harekatı başlatamaz diye düşünülürken Zeytin Dalı Harekatı başlayıverdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bir gece ansızın gelebiliriz” sözü, Türkiye’nin bu konudaki mevcut ve muhtemel ittifakları aşabilecek düzeydeki kararlılığının ve dolayısıyla gerektiğinde olası tüm riskleri yeterince göğüsleyebileceğinin karinesi iken, Türkiye adına yeni bir hareketin değil, aksine hareketsizliğin öngörülmesi elbette sebepsiz değildi.
Öncelikle, Amerika’nın modern silahlarla teçhiz ederek, devletleştirme vaadiyle, kendi denetimi altında topladığı terörist grupları, kollama ve koruma konusunda atak davranacağı varsayılıyordu.
Nitekim Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk günlerinde Amerika’dan yapılan “Türkiye bu tercihiyle güvenliğini sağlamış olmayacak” şeklindeki açıklamalarla, Amerika’nın bugünkü sıkışmasının göreceli olduğu, ilgili planlarının uzun bir vadeye yayıldığı ihsas edilerek, hem terörist gruplara moral veriliyor hem de Türkiye’ye güvenliğinin Amerika ile ittifakına bağlı olduğu söylenmiş olunuyordu.
Öte yandan, yine sınır güvenliği gerekçesiyle İsrail devreye sokularak, Türkiye’nin ısrarının yeni sorunları beraberinde getireceği ve bu nedenle bölgede şu an itibariyle kısmen kurulmuş görünen dengelerin telafisi mümkün olmayacak bir şekilde yeniden bozulması durumunda faturanın Türkiye’ye kesileceği belirtiliyordu.
Türkiye’yi durdurmaya yönelik umutlar konusunda, Esed cephesinden de somut adımlar bekleniyordu.