Önceki yazımda, insan-insan, insan-nesne ilişkilerindeki değişmeleri gözeterek, yaşadığımız hayatı kendi gerçeklerine göre değerlendirmeyen dini yaklaşımların daha baştan problemli olacağını söylemiştim.
Hayır, konuyu Benjamin’den mülhem diyalektik imge tartışmasına yaslayarak, nazariyat çekmek niyetinde değilim.
Zaten bu, sıradan birkaç olayın (din ile fitne çıkarmanın ötesinde hiçbir alışverişleri de olmayan bir takım mihraklarca) aşırı şekilde abartılarak toplumsal bir kriz seviyesine taşınmaya çalışılmasına hizmet etmek olur.
Dolayısıyla, hangi olaylara, gerçekliklere, etkiye, maksada tabi olarak üretilmiş olursa olsun, sonuçta bir bardak suda kopartılmak istenen fırtınayı elimizin tersiyle bir kenara iterek, kendi zamanımızdaki dolayısıyla doğrudan kendi sorumluluğumuzdaki dini düşünceyi konuşmayı ve mevcut sorunları içinde tartışmayı öne almak ihtiyacındayız.
Bu bahiste nesnelerle ilişkilerimizi yeniden düşünme ve hayatı buna göre yorumlama teklifinden de önce Müslümanca düşünmeyi düşünmenin esaslarını (konuşma ve tartışma zeminini) yeniden belirlememiz acil bir ihtiyaç olarak görünüyor.
İbn Arabi’nin Dini Çeşitlilik Dairesi olarak formüle ettiği, değişmesi mümkün olmayan şu döngü söz konusu yönelişte asli bir değer taşıyor: