Ecel kelimesini, şeyler için belirlenmiş, ayrılmış mühlet olarak tanımlıyor sözlükler.
Kelamı-ı Kadim’de, sadece “ecl” köküyle kırk üç ayette geçiyor. Bu yanıyla ecel’i, Şari’nin sıkça hatırlattığı ertelenemezlik, uzatılamazlık (ve kısaltılamazlık) takdiri olarak tanımlamamız da mümkün.
Geçtiğimiz Cuma günü, hepi-topu on beş ila kırk beş dakikalık bir süre içerisinde batısından başlayarak doğusuna doğru İstanbul’u alt-üst eden yağmur, dolu ve şiddetli rüzgarın birçok kişiye kıyameti hatırlattığını sanıyorum.
Kıyamet ki, toplu ecel demektir ama, zikrettiğim sıcak olay ve benzerleri itibariyle bu kelimenin ferdî olarak kalplerde yaptığı özel etki bakımından kendisiyle birlikte asıl (öncelikli olarak) hatırlattığı şey ise ecelin soğuk yüzüdür.
Çünkü ecel, mevtin (ölümün), yaşayanlar için münadisi, hükmüne uğrayanlar bakımından da zorunlu ve som bir teslimiyetin adıdır.
Burada belirtilmesi elzem olan ayrım, mevt(a) olanın teslimiyetini onun edilgen (vuku buluşundan habersiz), bizlerinse etken olarak yaşadığımızdır. Konu mevt ise, elbette teslimiyet dediğimiz şey de onun karşısında yaşayanın duyduğu çaresizlikten ibarettir.