Âlem-varlık ‘yaratıldığına’ göre, yaratılmaya bir sebep aranır. Ama daha baştan şeriki olmayan bir ilaha inanıyorsanız, sebebi de sadece O’ndan bilirsiniz çünkü sizin sebep olarak nitelediğiniz her şey yitebilir ve O ilahın varlığı tüm sebeplerin kendine bağlandığı yegâne sebep haline gelir.
Yine de insan aklı, yaratılmadaki aklı sebep-sonuç ilişkilerini kavramada kolaylığı bakımından onu önce kendi hayalinde, aklında, zihninde temellendirmek ister. Bu bağlamda sebep-sonuç / İlah-meluh ilişkisini kendinde(n) temellendirmeye yönelir.
Bundan hareketle ilahın, bu ilişkinin kurulduğu âlemi -ki, âlem aynı zamanda insanın kendisidir- bir ‘kadere göre’ yarattığını öğrenir. Burada kader, ölçü ve denge demektir ve bu aynı zamanda alemdeki imkândan daha mükemmelinin olmadığına işarettir. Âlemdeki mükemmellik insanı kendi ‘ahsen-i takvim’ine götürür ve “En güzel biçimde yaratılma”nın ondaki karşılığını ise İlah’a tevhit ve teslimiyet bağıyla kulluk üzere hamt, şükür, dua (zikir / ibadet) ve niyazda bulunmak olarak kayıtlar.
Bu insan olmanın nirengi noktası ve ideal vasatıdır. Nirengi noktasıdır çünkü bunu idrak edebilme imkânı sadece insana bahşedilmiştir; ideal...