Andreas Tietze, vefatından (2003) az bir süre önce hazırlayıp, ilk basımını bizzat gördüğü Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’nın birinci cildildinde (2002), Türkiye Türkçesi’nin “14. asırdan beri mühim bir mevkie sahip” olduğunu belirterek, lugatta esas alınan hurufata dair verdiği kısa bilgide, Arap hurufatlı dillerden Arapça, Farsça, Kürtçe ve Osmanlıca ile
Yunanca ve Ermenice’yi özellikle zikreder.
Titze’nin lügatini “Tarihi” olarak nitelemesine neden olan da, Anadolu Türklerine mahsus hayati zenginlik ve çok kavimle dolayısıyla çok kültürle ve çok dille yaşama tecrübesidir. Söz konusu süreçte, keza din dilinin kurucu öğesi olan Arapça’nın, bununla birlikte edebi dilin kurucu öğesi olan Farsça’nın, en az dil ve din kelimelerinin semantik yakınlığı kadar Türkçe ile yakınlaştıkları ise malumdur.
Öyle ki, Arapça olan ibadet dili ile oruç, namaz vb. Farsça olan ibadet adları, Türkçe’ye eklenerek, ilgili ifadeler ayrıca bir çeviriye gerek duyulmayacak şekilde bu dilin aslından sayılmışlardır.
Bu aynı zamanda Türkçe düşünen ve konuşan toplumun tefekkürünü, ideal (yetkin) anlamları zikredilen dillerin bizzat kendilerinde yerleşik olan manalarla zenginleştirerek açması ve genişletmesi demektir.
Örneğin, Besmele, ideogramik bir bütünlüğü de ifade ettiğinden, ayrıca bir çeviriye ihtiyaç hissettirmeyecek tarzda, görüldüğü anda şekli ve manası birlikte düşünülen bir ibaredir.