“Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr” yoluyla hikayemizin önemli temalarından biri olarak, mevlidlere de eklenip dilden dile, metinden metine bize aktarıla gelen Kesik Baş Hikayeleri’nden (destanlarından) asıl maksat, Hz. Peygamber’in faziletleriyle, Hz. Ali’nin kahramanlıklarını öğrenmek ve yeni nesillere öğretmektir.
Olayları benzer bir biçimde gelişen söz konusu hikayelerde, sadece başını değil karısını, çocuklarını ve dünyalığını zalim bir deve kaptırmış bir mazlum, Hz. Peygamber’e gelerek yardım ister.
Mazluma yardımı şeriatında kaçınılması, ertelenmesi, ihmali mümkün olmayan bir emir haline getiren ve uygulanmasında tüm müminlere bizzat önderlik eden Hz. Peygamber, yanındaki Hz. Ali’yi görevlendirir. Hemen Düldül’üne atlayıp, mağribin ya da maşrıkın çok uzak bir noktasına sefer eden Hz. Ali, zalim devi bulup Zülfikâr’ıyla öldürür ve Kesik Baş’ı başına, ailesine, dünyalığına yeniden kavuşturur.
Gönlüm isterdi ki, şimdi size Endülüs esaslı olarak nakledeceğim bir Kesik Baş Hikayesi de zikrettiğim türden olsun. Gerçekliği yürek yakmasın, muhayyelat içinde hakikatin değerini, Peygamberimize muhabbetin önemini, Hz. Ali’nin cesaretini ve kahramanlığını teyid etsin. Nakledeceğim hikaye, sonucu itibariyle bunları teyid ediyor etmesine ama, alışılmışın dışında, farklı bir yönden teyid ediyor.
Şöyle ki:
Endülüs’ün iki fatihinden biri olan Musa b. Nusayr, İberya’nın neredeyse tamamını fethettikten sonra, halifenin zorlamasıyla Şam’a dönerken, oğlu Abdülaziz’i İberya İslam mülkünün başında, “halifenin valisi” olarak bırakıyor.