İlgili son yazımda, Filistin’deki sıradan gibi görünen şeylerin, asıl “konu genelde Filistin, özelde Gazze ve elbette Katar olunca, şişede durduğu gibi” durmadığını söylemiştim.
Çünkü, Filistin demek, İbranilerin devlet olmak amacıyla İngiltere desteğinde işgal ettiği topraklardaki ezeli ve ebedi güvensizliği demektir ki, şimdi burada kim ne yapıyor olursa olsun, sonucu yine İsrail’in güvenliğine ya da güvensizliğine değer.
Firavunlar, Hititler, Makedonlar, Romalılar, Bizanslılar, Moğollar... devrinde Levant’ın (ve aynı zamanda Bereketli Hilal’in) kapısı olan Gazze de, bu niteliğinde hemen hiçbir değişme olmaksızın, Osmanlı’yı yıkıp Orta Doğu’da hakimiyet kurmak isteyen Batı devletleri için her zaman bir kapı olmuştur. Bugünkü durumu da el'an böyledir. En kısa ifadesiyle Gazze’ye hakim olmak demek sadece Filistin’e değil, Türkiye’ye, Mısır’a, Sudan’a, Basra Körfezi’ne, Yemen’e hakim olmak demektir.
Meramımı şu örnekle teyit edeyim:
Büyük savaşların bir değil birçok sebebi vardır. Ancak bu sebepler o kadar çok boyutlu ve o kadar karmaşıktır ki, onları (savaşın sonucuna da bağlı bulunduklarından) bir çırpıda izah etmek mümkün değildir. Bu nedenle söz konusu sebepleri geriye itecek kabiliyette tek bir vesile öne çıkartılır ki, yığınlar da bunu bilmekle tatmin olurlar.
Örneğin, Birinci Dünya Savaşının vesilesi, Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand’ın eşi Sofia ile birlikte, Saraybosna’da 28 Haziran 1914 tarihinde Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesidir. Ancak bu vesile, sebep yerine oturtulmuş ve dolayısıyla bu sayede, Birinci Dünya Savaşı’yla, Batı’nın Osmanlı’yı yıkarak Orta Doğu’ya hakimiyet kurma niyeti başta olmak üzere diğer ekonomik, siyasi, demografik ve sosyal nedenler perdelenmiştir.