Güzel zarfa, güzel bir isim: Geldik Sayılır.
İbrahim Tenekeci’nin, çoğunluğu Yeni Şafak’ta yayınlanmış tabiata, köye, kasabaya, şehre dair keşiflerini; bu esnada seçkinleşen şeylere, durumlara karşı tecessüsünü işlediği yazılarından oluşan kitap... (Profil Yayınları, İstanbul 2017)
Geldik sayılır, deyim derlemecilerimizin dikkatinden kaçmış olmalı. Gel gelelim’i, gelip çatma’yı, gel zaman git zaman’ı görmüşler ama geldik sayılır’ı görmemişler. Belki de Tenekeci’nin onu kitap adı olarak kullanışından sonra girer ilgili derlemelere. Zaten böyle olmaz mı bu işler. Dil canlıdır; kelimelerin hayatı, kamuya mal olan sözlerde, metinlerde kullanıldıklarında başlar.
O halde, geldik sayılır’ı nasıl anlayacağız? Ana dilin varisleri olarak ondan ne anladığımız ve kullanış durumumuza göre onunla neyi kast ettiğimiz konusunda bir problemiz olamaz ama hadi bunu yazıya dökelim dediğimizde apışıp kalırız. Çünkü mana daima lafızdan geniştir. Öyle ki bir sözün söyleniş tonu, onu söylerken gözlerimizin hareketi bile manayı kısırlaştırıcı ya da doğurtucu bir işlev yüklenir.
Hadi sesli düşünelim: Geldik sayılır, sona ermeye, bitmeye ramak kalma durumudur. Son-uç değildir, ucun sonuna meylediştir; bitmişlik de değildir, bir bitişin eli kulağındalığıdır.
Tenekeci’nin kitabında yer alan yazılarına bakarak, geldik sayılır için yaptığımız bu anlamlandırmadan mutmain olabiliriz. Çünkü, her şeyden önce bir gözlem kayıtçısı olarak, yazarı şeyleri keşfetme eylemine devam ediyor; bu manada elimizdeki kitabı, yukarıda da söylediğimiz gibi ona mahsus mevcudun bir zarfıdır ama son zarfı değildir.