Hamiyet duygusu, vatan kaygısı, millet meselesi olmayanların bakışıyla dış tehdit huzur bozucu, rahat kaçırıcı, endişe üretici bir fiil olmasının ötesinde, korku esaslı psikolojik bir sorun şeklinde değerlendirile gelmiş ve hatta, idari beceriksizliklerin günah keçisi olarak karikatürize edilmiştir.
Oysa ki, sıcaklığını halen muhafaza eden 15 Temmuz başarısız darbe girişimi bile, tek başına dış tehdidin dün olduğunu, bugün tekrarlandığını yarın da mutlaka tekrarlanacağını belgelemeye yeterli gelmektedir.
Elbette burada, dış tehdidin toplumsal bir korkunun (pasifliğin, acziyetin) nedeni haline getirilmesi yerine, rüyada bile azami uyanıklığı zorunlu kılan bir gerçeklik olarak kaydedilmesi ve etkilerini boşa çıkartacak tedbirlerin (sanki o yokmuşçasına) sağduyulu ve serinkanlı bir şekilde üretilmesi esastır.
Bu bağlamda, dış tehdit oluşturanların bayraklarına sarılarak uyuma gösterilerinin, ruhunu onlara satma beyanlarının hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü onların şartlarını kendilerinin belirledikleri bir yaşama biçime talip olarak, zillet içinde var olmanıza bile tahammül göstermedikleri, doğrudan doğruya yok olmanızı arzuladıkları artık gün gibi aşikardır.
Üstelik bu, bugün ortaya çıkmış bir durum da değildir; kalbimizin Beytullah’a bağlandığı ve ayağımızın Diyar-ı Rum’da yer tutmaya başladığı ilk günden beri bu böyledir.
Nitekim, Türkçe ilk basımı geçtiğimiz Haziran, ikinci basımı Ekim ayında yapılan Trandafir G. Djuvara’nın Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913) adlı kitap da (Çev.: Pulat Tacar, İş Kültür Yayınları) bunun somut bir belgesi hükmündedir.