Suriye sınırımızın, Amerika tarafından bizzat yönetilen / desteklenen terörist grupların tasallutundan emin hale getirilmesi için başlatılan Afrin Harekatı sürerken, bundan hareketle düşünce özgürlüğüne (ya da hakkına) yaslanılarak ileri sürülen ilgili görüşlerin asıl istikameti ve maksatları da netlik kazanmaya başlıyor.
Bizim toplumumuz bidayetinden beri siyaset konuşmayı, kahvehane sohbetlerinde iktidarı yıkıp, yeniden kurmayı; muhtelif kararları nedeniyle devleti çekiştirmeyi pek sever.
Çünkü görünebilir (gazete haberlerinden okunabilir) olan hal ve hadisat, fertler tarafından bir şekilde kendilerini doğrudan ilgilendiriyor yanılsamasını doğurduğundan, herkes kendi yararını merkeze aldığının farkında bile olmaksızın konuşmayı bir tür meslek haline getirmiştir.
Üstelik televizyon ekranlarında, her konuya maydanoz olmayı itiyat haline getirmiş, sözüm ona çok yönlü uzmanların gece gündüz car car konuştukları bir devirde, vatandaştan susmasını beklemek de zaten makul değildir.
Ancak, zikrettiğimiz sosyolojik gerçekliğe de bağlı olarak, düşünce özgürlüğünü kullanmanın, muhalefet etme hakkının giderek Türkiye’nin düşmanlarına arka çıkmada, devlete ihaneti gölgelemede etkili bir istismar tarzı haline geldiği de dikkatli gözlerden kaçmamaktadır.
Vaktaki, Afrin Harekatı’nın, aynı zamanda Amerika’nın burnuna vurulmasına vesile oluşuna parmak basarak, onun için ayrıca bir destan vurgusuna gerek olmadığını söylemek, aşırı zafer övgüsünün ilerleyen süreçte aleyhimize kullanılabileceği endişesini dile getirmek bir görüş ileri sürmektir.