Hacca dair dört meseleden son ikisi olan, haccın ekonomisi ve haccın siyasetini, kendi bilgi ve bakış açımızla ele almadan önce, kardeşim Taha Kılınç’ın, her iki husus da ana hatlarıyla ihtiva eden, Haccın İmkanları başlıklı yazısını (Yeni şafak, 17 Ağustos 2019) okumanızı ısrarla önereceğim.
Zira, Kılınç bu yazısında, haccın ekonomisinin hacmini ve haccın siyasetinin “ümmetin tek yürek halinde toplanması” olgusu olarak, Peygamber Efendimiz’den Hz. Ömer idaresinin sonuna kadar ancak gözetildiğindiği, daha sonra (sıkça gündeme getirilmekle birlikte) asla uygulanamadığını, Suudi Karallığı’nı merkeze alarak net cümlelerle işlemiştir.
Meselenin başka boyutları da var ve ben bunları da aktararak Kılınç’ın yazısını biraz genişletmiş olacağım.
Suudi Krallığı’nın hacdan 6 milyar dolar civarında gelir elde ettiği tahmin ediliyor. Hacı gönderen ülkelerin ne kadar gelir elde ettikleri ise meçhul. Ancak konu kapitalizm olunca ilgili ülkelerin de gelir elde etme konusunda Suudi Krallığı’ndan geride kalmayacakları aşikardır. Bu durumda hacdan dünya genelinde elde edilen toplam gelirin 20 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilebilir.
Hatırlatmakta yarar var, burada sadece gelirden söz ediyoruz. Bu gelirin hacca mahsus ticaret hacminin yüzde onuna tekabül ettiğini varsaydığımızda, toplam hacmin neye baliğ olacağı malumdur.
Elbette hacıyı bir gelir aracı olarak sağma uygulaması ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Kimi ülkeler, vatandaşlarının hac masraflarını kendileri üstlenirken, kimi ülkeler hacılarının uçak biletlerini karşılıyor, kimileri de konaklama hizmetlerinden ücret tahsil etmiyor olsalar da, işin aslan payı hep mafuz tutuluyor.