https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Bu köşede, kendi zamanımızdaki hattatlarımızın nadide hat levha ya da istiflerini görme imkanından güç alarak, hüsnihattın psikolojisine dair kimi tespitlerde bulunmaya cesaret ettiğimiz bir günde geldi Hafız Hattat Hasan Çelebi’nin vefat haberi.
Üstadımıza rahmet diliyorum, mekânı cennet olsun. Babasının dizinin dibinde yetişmiş müzehhip kardeşim Mustafa Çelebi’nin şahsında Çelebi ailesinin tüm fertlerine ve üstadımızı sevenlere başsağlığı diliyorum.
Çelebi’nin 1937 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinde başlayan bu dünya yolculuğu, 14 yaşında iken Kur’an’ı hıfzetmesiyle taçlanmış, 17 yaşında İstanbul gurbetine gelip, burada yaklaşık iki yıl daha süren eğitimini takiben Üsküdar Mihrimah Camiinde müezzin vekili olarak başlayan çalışma hayatının cami imamlığıyla devam ettiği süreçte, 27 yaşından itibaren yolu Hattat Hamit Aytaç, Halim Özyazıcı, Necmeddin Okyay, Kemal Batanay… ile kesişmiş ve bu kesişme onun kesintisiz 61 yıl sürecek hattatlık devrini başlatmıştır.
Çelebi’nin bu 61 yıldaki yüzlerce hüsnihattını istif, meşk, mimari yüzey, tuğra, kartvizit… olarak; yurt içi ve yurt dışı sergilerini ve ödüllerini… merak edenler onun hayatını ve eserlerini konu edinmiş kitaplardan, makalelerden rahatça öğrenebilecekleri için bunların üzerinde ayrıca durmamıza gerek yoktur.
Biz bu bahiste son yazılarımızın temasına da bağlı olarak, asıl Çelebi’den kalan onca maddi değerin, bizi onun hüsnihat anlayışına mahsus nasıl bir bilgiye eriştirebileceklerini merak ediyoruz.
Elbette İmam Gazâlî’nin terimleştirdiği zevk yani manevi tat alma esasında söz konusu eserlerin seyrini öne alanlara diğer bir söyleyişle bunları görmekle yetinecek olanlara bir itirazımız olamaz. Zaten Çelebi’nin vefat haberini sosyal medyada onun eserlerinden bir örnek eşliğinde paylaşanların çokluğu da bu konuda bizi susturmaya yeter.
Fakat hattat Şeyh Hamdullah ile Hâfız Osman’ın hayatları arasında, yani 16. ve 17. yüzyıllarda kemale erdirilmiş bir sanat şahı olarak zirveye taşınan hüsnihattın, Arapça elifbanın yasaklandığı 1928 tarihinden itibaren, birkaç gözü kara hattatın izbe odalarda verdiği derslerle ancak devam edebildiğini, Çelebi’nin de o hattatlardan Hamit’in, Halim’in, Necmeddin’in, Kemal’in… rahle-i tedrisine oturarak malum devrin karanlığını parçalamaya azmedenlerden biri olduğunu bildiğimize göre, yaklaşık 40 yıl süren o fetret devrinin ardından Çelebi’nin hüsnihat anlayışını yeniden ve nasıl elde ettiğini eserlerinden bizzat öğrenmeyi istememiz de tabiîdir.
Zikrettiğimiz kemal devrinde hüsnihatta akıcılık, kıvraklık, ağır başlılık, sağlamlık, denge, tutarlılık, homojenlik, ritm, sadeleşme… özelliklerini yükleyenler, yine o devirde görme ve okuma zevkinin birleştirildiğine dikkat çekerken, Yakut el-Müsta’simî’den Şeyh Hamdullah’a ve Hafız Osman’a ulaşan değişimi de karşıtlıkla değil yeniden yorumla izah ederler (Bkz.: Ahmet Soysal, Hüsnühat, Norgunk, İstanbul 2004).
Zikrettiğimiz devirde bir hattat Hasan Çelebi’nin (Karahisârî kulu) daha yaşadığını hatırlatarak, adlarını zikrettiğimiz üstatlarla o Hasan Çelebi’den bizim Hasan Çelebi’mize miras kalan hüsnihat anlayışında da yine ancak bir yorum farkından söz edilebilir.
Bizim görebildiğimiz kadarıyla bu yorum farkını, İtalyan mimar Vittorio Gregotti’nin Portekizli mimar Álvaro Siza’nın çizimlerini incelerken söylediği “Siza’nın (…) amacı apaçık şeylerin benzersizliğini yeniden keşfetmektir” sözünün kapsadığı mana içinde düşünülebilir ve buna göre Çelebi’nin, Aklâm-ı Sitte kalemlerinin hemen hepsinde eser vermekle birlikte en çok celî sülüs kaleminde musir oluşunu –hüsnihatta ilk benzerliği de aşarak– “apaçık şeylerin benzerliğindeki benzersizliği” talep ettiğine yorabiliriz.
Öte yandan, aynı zamanda bir hafız olarak ya da hafızlığı nedeniyle hattat olarak Çelebi, Kur’an’ın Peygamberimiz Aleyhisselam’ın kalbine indirilişinin (ve rettelnâhu tertîlâ; 25. Furkan: 32) şuuruna vararak, –ki şuur, idrakin berraklaşmasıdır– istidadının hakkı üzere, kelime-i tevhid vasfından daha geniş bir anlamda kelime-i tayyibe’yi inzal edilme özelliği nedeniyle istifleştirmeye / levhalaştırmaya yönelmiştir.
Gözün görmedeki kayıtsızlığı nedeniyle, görme fiilinin asıl göz-akıl-nefs ve idrak müşterekliğinde gerçekleştiğini bilenler, bir hüsnihat istifindeki Kur’anî lafzın tekrar görünürlüğe ve okunurluğa çıkarılmasından maksadın Allah’ın tamamladığı güzel sözünü (ve temmet kelimetu rabbikel husna, 7. A’raf: 137) hatırlatma ve yayma (neşir) hizmetinden ibaret olduğunu da bilirler.
Bu esasta Çelebi, vahiy katipleriyle başlayan bir tarz-ı kadimin hem taliplisi hem takipçisi hem taşıyıcısı olmuştur.
Mekânı nûr, menzili cennet olsun.