Ömer Lekesiz Yeni Şafak Gazetesi

Hemen bir olamayız ama birlikte olabiliriz

İsrail’in işgali altındaki Kudüs’te, Beytü’l-Makdis’e yönelik ağır kuşatma, ibadetin engellenmesine gelip dayanınca, Müslümanların birliğini arzulamada ve buna mani olan hususların eleştirisinde...

25 Temmuz 2017 | 81 okunma

İsrail’in işgali altındaki Kudüs’te, Beytü’l-Makdis’e yönelik ağır kuşatma, ibadetin engellenmesine gelip dayanınca, Müslümanların birliğini arzulamada ve buna mani olan hususların eleştirisinde kayda değer bir artış meydana geldi.

Öncelikli olarak bunun güzel bir gelişme olduğunu teslim etmeliyiz, ancak İsrail’in zulmü karşısında kendilerini çok çaresiz hisseden kimi Müslümanların safiyane (temiz) bir yönelişle Ebabil beklentilerini ya da Asâ-yı Mûsa’ya sahip olma taleplerini paranteze alarak, İslam aleminin birliği hususunda belirtilen görüşlerin, yapılan önerilerin mahiyetine, düzeylerine yakından baktığımızda, günümüz gerçekleriyle çok fazla örtüşmeyen bir değerlendirmeler tablosu ile karşı karşıya bulunduğumuzu, ancak olumlu planda bunun da üstesinden gelinebilecek bir düşünsel açılmanın, güçlü bir iradeyi yüklenmenin mümkün görülebildiğini belirtmeliyiz.

Şöyle ki, örneğin “Kudüs’te, İşgalci İsrail tarafından ibadet özgürlüğünün ortadan kaldırılması bile Müslümanların birliğini sağlamıyorsa, artık hiçbir şey bunu sağlayamaz” demek, İslam alemindeki Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen ulusçu parçalanmanın, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki hegemonik beşli paylaşımın nedenlerini, sonuçlarını ve bunların devam eden etkilerini ıskalamak demektir ki, bu bilgisizliği büyüten diğer bir temel husus da Selahaddin Eyyübi’nin (ilgili gerçekliklerin de zaman içinde efsaneleştirilmesi nedeniyle) İslam alemini birleştirdiğinin ve Kudüs’ü bu sayede Haçlıların elinden kurtardığının sanılmasıdır. 

Önce buradan bakalım: Elbette Selahaddin’ninki çok büyük bir başarıdır ancak o bu başarıya, İslam aleminin bir olmasıyla değil, kendisinin İslam aleminde güç zoruyla sağladığı birleştirmeyle ulaşmıştır.

Bunu teyit etmek için, Moğollardan yediğimiz vurguna kadar gitmeye gerek yok, Kudüs’ün fethine (1187’ye) çıkan son yirmi yıla bakmak yeterlidir.

Ben bu konuda sadece el-Ömeri ile İbnü’l-Esir’in tarihlerinde yıl yıl tuttukları kayıtlara baktığım halde başım döndü.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Dâvûd el-Kayserî’nin Mukaddemât’ı 23 Kasım 2024 | 59 Okunma ‘Sanat gayet lüzumlu bi şey olup, olmayınca hiç olmaz!’ 19 Kasım 2024 | 42 Okunma Horasan Erenlerinin ‘Anadolu Mayası’nı hayatın içinde tutmak 16 Kasım 2024 | 98 Okunma Horasan Erenleri hakkında birkaç soru 14 Kasım 2024 | 265 Okunma Horasan Erenleri: Ne devletle ne devletsiz 12 Kasım 2024 | 917 Okunma