Yaklaşık sekiz yıl önce sormuştum, aşağıdaki soruları.
Hayat, cevapları doğurduğu kadar, yeni sorulara da hamile kaldığından belirsizleşiyor bazen cevapların mı yoksa soruların mı izinde yürüdüğümüz.
Yine de ancak bu sayede anlıyoruz, bugünü dünün, yarını bugünün kurduğunu bilerek tefekkürün kapısını çalmaya kalkıştığımızda hayata mahsus bir mamuriyete memur kılındığımızı! Yoksa, sorular ve cevap arayışları hayatımızda neden hüküm sahibi olsun ki?
Kültürden irfana, çeşmeden saraya... her türlü mamuriyet tahtında medeniyet ise, varlığıyla kimliklendiğimiz, yokluğuyla kimliksizleştiğimizi / kimsesizleştiğimizi sandığımız şey değil midir?
Kayıp bir büyükbaba imgesiyle, dizgini elimizden kurtulan bir yağız atın Serendip adasına kaçırdığı gelin imgesinden ortaklaşa oluşmuş biraz otoriter biraz anaç, biraz mahçup bir kelimedir medeniyet; anakronizme düşme hakkını meşrulaştıran ve bununla geçmiş zaman içinde serseri bir yolculuk yapmayı vaadeden câzibe-dâr bir hayalettir, aynı zamanda.
Müslümanca bir dünyevi çabanın zirvesini ve kalıcılığını işaret eden sırlı bir tanımdır, aynı zamanda.