Ömer Lekesiz Yeni Şafak Gazetesi

İyi kurguyu ararken kurgulanmak

Yusuf Kaplan’ın kurduğu ve yönettiği Medeniyet Tasavvuru Okulu ’nda (MTO) 2024-2025 Güz Dönemi derslerinden biri olarak Gazâlî’nin Dünyası Dünyanın Gazâlisi başlığı altında yaptığımız sohbette, sözümüz ara ara sanat ve edebiyat konusuna da uğradı. Nitekim geçtiğimiz hafta MTO’nun kıymetli öğrencilerine Gazâlî’nin (rahimehullah) Şiî/Batınî gruplara karşı verdiği mücadeleyi anlatırken kendimi -mealen- şunları söylerken buluverdim: “Eğer bizim zamanımızda da müceddit vasfıyla bir Gazâlî zuhur edecek

28 Ocak 2025 | 0 okunma

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Yusuf Kaplan’ın kurduğu ve yönettiği Medeniyet Tasavvuru Okulu’nda (MTO) 2024-2025 Güz Dönemi derslerinden biri olarak Gazâlî’nin Dünyası Dünyanın Gazâlisi başlığı altında yaptığımız sohbette, sözümüz ara ara sanat ve edebiyat konusuna da uğradı.

Nitekim geçtiğimiz hafta MTO’nun kıymetli öğrencilerine Gazâlî’nin (rahimehullah) Şiî/Batınî gruplara karşı verdiği mücadeleyi anlatırken kendimi -mealen- şunları söylerken buluverdim:

“Eğer bizim zamanımızda da müceddit vasfıyla bir Gazâlî zuhur edecek olursa, sanırım onun en büyük mücadelelerinden biri edebiyatçılara karşı olacaktır. Onun zamanında İslam zihniyeti felsefeciler eliyle tahrip ediliyordu. Günümüzde ise felsefeciler geriye çekilmiş onların yerini sanatçılar ve edebiyatçılar almıştır. Zira Batı’nın edebiyat ve sinema yoluyla kazandığı kanonik üstünlükte, iyi kurguyu ararken, aynı zamanda zihinlerimiz de onlar tarafından kurgulanmaktadır. Bunu Müslüman edebiyatçıların -kendilerini Batı konuna beğendirme mazeretine de yaslanarak-, sol-Kemalistlerce yürütülen sekülerleşmeye, verdikleri destekten anlamamamız mümkündür.”

MTO’nun kıymetli öğrencilerinden biri, bu yorumuma “Ne yani, şimdi ben büyülü gerçekçi bir öykü yazsam kurgulanmış mı oluyorum?” diyerek tepki verdi.

Bu soruda büyülü gerçeklik iyi kurgu arayışına, öyküleme eylemi ise içsel yani anlatmanın kaçınılmazlığı nedeniyle doğal bir yönelişe denk düştüğünden, yerli olmayan büyülü gerçekçilik teriminden önce sekülerleşme ile gerçek ve gerçekçiliğin ne olduğuna ve fazla değil bundan yaklaşık iki yüz yıl önce bunların Batı tarafından bizim edebiyatçılarımıza nasıl dayatıldığına yeniden bakma ihtiyacı duydum.

Sekülerlik, son tahlilde bir dinsizleş(tir)me faaliyeti olmakla birlikte, tek bir faaliyete ya da sabit bir faaliyete örneğin sadece ilahî dinin reddine indirgenemez. Taha Abdurrahman kendisine ait olan dünyâniyye terimi altında bu durumu şöyle izah etmiştir:

“Modernitenin, dünyevi projesini gerçekleştirmek üzere kullandığı en önemli yollardan biri, bütünü parçalama enstrümanı, başka bir başka deyişle birbirini tamamlayan sistematik yapıyı ayrıştırma enstrümanıdır. Hayatın çeşitli alanlarını birleştiren bir olgu olarak din, şekil ve kapsam bakımından birbirinden çok farklı alanları birleştirmektedir. Buna karşın modernite, hayatın bu alanlarında din yasasını devre dışı bırakarak gerek işleyiş açısından gerekse de sonuçları itibarıyla söz konusu alanları birbirinden bağımsız hâle getirmek için elinden geleni yapmıştır. Böylece modernite bilimi dinden ayırmış, bununla da yetinmeyerek tıpkı siyaseti ve ahlakı dinden ayırdığı gibi sanatı ve hukuku da dinden ayırmayı başarmıştır.” (Seküler Ahlakın Sefaleti – İlahi Emanet Paradigmasının Seküler Ahlak Eleştirisi, trc.: Soner Gündüzöz, Pınar, 2023)

Batı edebiyatının 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren üzerimize bir çığ gibi gelişi karşısında ilk ricat edenler edebiyatçılarımızdır. Çünkü bu geliş kurgu ve kurmaca cihetinden yepyeni anlatıma mahsus teknik imkanlar sunduğu gibi, edebiyatı özü itibariyle dünyada ve salt dünya için yapılması bakımından, yazı yazmayı bilen herkese açık hale getirerek -sözüm ona eşit şartlarda- yeni bir sosyal yarışma sahası açmıştır.

Bu saha artık tek başına edebiyatın icra edildiği bir saha da değildir üstelik. Bunun hemen peşinden anlatıma konu olan hayat kazasına uğramış insanların teşrih masasına yatırılması ve dolayısıyla bir teşhir etme eylemi olarak mahremiyetin ihlali ve son tahlilde özgürleşme yanılsaması birbirini takip edecek, gerçek ve gerçeklik de söz konusu teşrih ve teşhirin en can alıcı özelliği olarak ortaya çıkacaktır.

Öyle ki, Nâbizâde Ahmed Nazım Karabibik’ini (yayımı: 1890) güya “hakikiyyun mesleğine” hasredecek, Nihat Sami Banarlı onun bu maksadını “…Tarafsız müşahede ve bilgiye dayanan bir roman anlayışı” olarak selamlarken, Kenan Akyüz de “Kara Bibik’in önsözü, Türk edebiyatında, realizm ve natüralizmin ilk ve küçük beyannamesi halindedir. Yazar, burada -yanlış olarak ‘insanın ve cemiyetin yalnız kötü yönlerini anlattığı’ sanılan- realizm ve natüralizmin esaslarını açıkladıktan sonra, bunlara bir örnek olarak da Kara Bibik’i yazdığını söyler. Gerçekten bu hikâye, tam anlamıyla realist sayılabilecek ilk Türk hikâyesidir. (...) Yazar, realiteye sadakat düşüncesi ile köylülerin şivelerini de aynen vermiştir. Bu durumu ile Kara Bibik, son devir Türk edebiyatındaki köy roman ve hikâye tarzının da ilk örnekleri arasındadır.” yorumuyla Cumhuriyet devrinde revaç bulacak olan kaba gerçekçiliğe cevaz verecektir. (Bkz.: Ömer Lekesiz, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, Şule, 2017)

Nasipse buradan devam edelim inşallah.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Edebiyatta sekülerleşmenin ilk adımı: Hakikatin gerçekliğe feda edilmesi 30 Ocak 2025 | 120 Okunma İyi kurguyu ararken kurgulanmak 28 Ocak 2025 | 71 Okunma ‘Hüsn-i Hat Bibliyografyası’ ve birkaç ek 25 Ocak 2025 | 96 Okunma ‘Yahudileri de Hıristiyanları da veliler edinmeyiniz’ 23 Ocak 2025 | 121 Okunma Hüsnihatta çift katlılık, boşluk ve doluluk ne demektir 21 Ocak 2025 | 44 Okunma