Kabe’nin Yemen cephesine nazır bir yerden seyrediyorum: Hac vaktinin yaklaşması nedeniyle sayıları gittikçe artan hacı adayları, iğne atsan yere düşmez deyimini doğrulayan bir dolulukta Kabe’yi Tavaf ediyorlar.
Seyreden olarak bana, seyrettiğim Kabe’ye ve onu Tavaf edenlere mahsus olmak üzere zaman üç düzeyden akıp gidiyor.
Aslında, sayısal manada elde var bir, ama bizim dünya / zaman ile kurduğumuz ilişkide bu böyle işlemiyor.
Zira, bir nispet olan zaman, icat nedeni olan dünyadan başlayıp, genelliğinden hiçbir şey kaybetmeksizin, yeryüzünde her bir varlığa doğru özelleşerek yayılıyor. Öyle ki, herkes (ve dolayısıyla her şey) kendi zamanını yaşıyor; bir şehrin zamanıyla bir kasabanın zamanı aynı şekilde işlemediği gibi, bir annenin, bir çocuğun, bir kedinin zamanı da benzerlik içine farklılaşıyor.
Bu cümleden olarak, seyreden (ben), seyredilen Kabe ve Tavaf yoluyla onunla ilişki kuran da aynı şimdide (tek kipte) birleştikleri halde, zamanı kendi cihetlerinden kurarak, açarak, yayarak ve kapatarak yaşıyorlar.
Bu manada, Kabe’nin zamanı, Tavaf esasında, öncelikle seyreden ben ve onunla ilişkili olanlar bakımından şimdide kurulup, geriye doğru inilerek idrak edilebiliyor.