Mürekkep ırmak, kalem kayık tabiatından olabilir mi?
Zira yazmak, sürekli başkalaşan bir hal (kâlp) üzere, su gibi akışkan bir zeminde, kalem bineğiyle seyretmeye benzemektedir.
Bunu derken, akılları kabından boşu boşuna taşmaktan başka bir işe yaramayanların, “Hacı abi mürekkep mi kaldı, kalem mi; artık klavye devrindeyiz” deme ihtimallerini göz ardı etmediğim için şu bilgiyi istitraden burada paylaşma ihtiyacındayım:
Kalem, İbnü’l-Arabî’ye göre (ontolojik fıtrat taşıyan) a’yân-ı sâbite, Carl Gustav Jung’a göre arketip, Mircea Eliade’a göre kök-imge’dir.
Yaklaşık olarak aynı anlama gelen her üç terimle kalem, öz’ü sabit kalan, sadece şekli değişen şeydir; dolayısıyla bugün klavyedir, yarın daha başka bir şey olacaktır, ama öz’ünde hiçbir değişiklik olmaksızın varlığını daima sürdürecektir.
A’yân-ı sâbite / arketip / kök-imge’nin mahiyetleri itibariyle, (değişen düzeylerde) İlâhî olanla irtibatları ise malumdur. Dolayısıyla kalem, İlâhî planda bir başlangıcı işaret ettiği kadar, bilgiyi ve onun kaydındaki sürekliliği de ifade eder.