“Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın” sözü, son mahalli seçimlerin yegâne incisi olarak epey rağbet görmüştü.
Seçimlerden bugüne kadar geçen on günlük şu kısa süre içerisinde, kimi mahallerde devletin bütünlüğüne karşı sergilenen olumsuz davranışlar, ferdi şımarıklıklar, bayrak başta gelmek üzere milli simgelere karşı yapılan saygısızlıklar da açıkça gösterdi ki, zikrettiğimiz söz, seçimi de aşan toplumsal bir hakikate isabetle söylenmiş bir sözdür.
Bir mahalde bulunmak, o mahallin kendisine mahsus şartlarıyla, anlayışlarıyla, telkinleriyle kuşatılmış olmak demektir ki, şehir, ilçe, belde başkanlığı seçimlerinde akrabalıkların, büyük aile gruplarının ve hatta kavmiyetlerin bir tercih nedeni olması da bu kuşatılmışlığa dâhildir. Dolayısıyla bu kuşatılmışlık, şahane yönetim sistemi olan muhteşem demokrasinin(!) tahakkuku ve işleyişi bakımından olumsuz görülebilirse de, insani değerler, toplumsal bağlar ve aidiyetler açısından olumsuz gösterilemez.
Vaktaki, “Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın” şeklindeki seçmen tercihi, mezkur bağlamda insani yanlarıyla önemli bir gerçekliğe isnat ettiği kadar, mahalli bir gerçekliğe de isnat etmektedir.
Mahalli gerçeklikten kastımız, muktedirlerin satranç tahtası, uluslararası silah tüccarlarının en büyük pazarı, Yahudilerin Haçlıları yedeklerine alarak Müslümanlar aleyhine kaynattıkları fitnenin kazanı; iç savaşların, toplu katliamların, zulümlerin, sürgünlüklerin merkezi haline gelen yerlere yakınlığı nedeniyle devletin özel korumasına, denetimine ve yönetimine muhatap bulunan mahallerin taşıdıkları özel hassasiyettir.
Zikrettiğimiz söz işte bu manada, aile, kavmiyet bağları hatta yükümlülükleri gereğince duygusal bir gerçekliği içkin iken, aynı zamanda devlet bilinci (beka kaygısı), güçlü yönetim talebi bakımından da (kelimenin en geniş anlamıyla) milli bir gerçekliği haizdir.