Belki de geçmişe dayalı sağlam dostluklarımıza yaslanarak gönüllerini rahatça açabilmelerinden olsa gerek, Eylül’ün ilk haftasında Ruşen Okuma Grubu’muzla, Ekim’in son haftasında ise, çoğunluğu İnsan ve Medeniyet Hareketi İzmir Şubesi mensuplarından oluşan bir grupla yaptığımız Kudüs seyahatinde, kimi arkadaşlarımız eşleriyle, çocuklarıyla gelme konusunda ciddi tereddütler yaşadıklarını, kimileri de “Filistin’deki gündelik hayatın işleyişinden emin olayım onları bilahare getiririm ya da gönderirim” diye karar verdiklerini söylediler.
Gerekçeleri ise aşikar olarak belliydi: İsrail’in, kendi askerlerini, polislerini korumak kastıyla Eski Kudüs’ün kapılarına x-ray cihazlarını yerleştirmek istemesi üzerine, bunun hemen öncesinde ve sonrasında meydana gelen olaylar hafızalardaki tazeliğini koruyordu.
Özellikle buna karşı eylemlerde İsrail’in orantısız güç kullanmasından kaynaklanan, olumsuz (kadınların, ihtiyarların ve çocukların da muhatap oldukları, çoğu kanlı) fotoğraflar sosyal medyadaki görünürlüklerini korudukları gibi, bunlardan beslenen sosyal medya mücahitlerinin “biz istesek yedi milyon Yahudi’yi tükürüğümüzle boğarız” tarzındaki ucuz (ama her kesimdeki cahilleri ziyadesiyle etkileyerek galeyana getiren) salvoları da henüz güncelliğinden fazla bir şey kaybetmemişti.
Dolayısıyla eşleri ve çocukları konusunda tedbiri gözeten kardeşlerimizin söz konusu seyahatlerinde fiili olarak (şimdi) tecrübe ettikleri durumla, zikrettiğimiz olayların sıcak etkisi arasındaki irtibatsızlık, uyumsuzluk, daha açık bir söyleyişle büyük çelişki onların yukarıda naklettiğim duygu ve düşüncelerinin itirafını beraberinde getiriyordu.
Peki, fiili olarak tecrübe ettikleri neydi?
En net söyleyişle bu, Kudüs’teki gündelik hayatın, Barselona’nın şimdiki hayatından çok da farklı olmamasıydı.