Kardeşim İbrahim Tenekeci, son yazısında, benim adımı da zikretme nezaketi göstererek, Kudüs ile ilgili bulunan kimi arkadaşlarımızın, ora ile ilgili müstakil birer kitap yazmalarını istemiş.
Gerekçesi de son derece makul ve makul: Kudüs’ü sadece dilimizin değil, kalbimizin de gündeminde tutabilmek. Sıcak ve taze!
Buna mahsus düşüncelerimi yazacağım ancak Tenekeci’nin bu teklifini yaptığı günden bir önceki akşam, Ahmet Ağırakça ve Yusuf Kaplan’la birlikte, Faruk Aksoy’un tvnet’teki programında Kudüs’ü konuştuktan sonra Mustafa Kutlu Ağabey'in telefonla ilettiği bir talepten de söz etmeliyim.
Kutlu Ağabey, o programda öne çıkan, “Kudüs için ne yapmalıyız” sorusunun cevabıyla alakalı büyük büyük projeler geliştirmeye gerek olmadığını, daha sade ve samimi işlerin buna güzel bir cevap oluşturacağını belirterek, “Yahu, Kudüs üzerine dört başı mamur bir belgesel bile çekilmedi, Kudüs’ü ancak gören biliyor, onu bilmeyenler ne bilmediklerini de bilmiyorlar, asıl buradan başlamak gerekmez mi” diyordu.
Kudüs’e dair ilk belgeseli, kıt imkanlarla merhum Akif Emre çekmişti bizde. O belgesel bile kaybolup gitti. Şimdi düşünüyorum da İslamcılık öyle lafla olmuyor. Akif Emre, başkalarının ihtiyacından önce kendi ferdi (zihni) ihtiyacını gözeterek el atmıştı bu işlere; kendi zihniyetini doğru yapılandırmayanın, başkalarının zihnine etki edemeyeceğini iyi biliyor ve bu manada kendisi için yaptığı şeyin, Rabbimiz tarafından bereketlendirilerek başkalarının istifadesine açılabileceğini düşünüyordu. Nitekim, Elveda Endülüs–Moriskolar belgeselini de bu maksat ve misyonla yapmıştı.
Kardeşim (ki, Kudüs’ü doğru anlama ve anlatma sevdası yüzünden, İsrail tarafından bölgeye girişi on yıl yasaklanmış bulunan) Bülent Deniz’in çalışmaları hariç, sonradan yapılan birkaç belgesel, gerçek ihtiyaçtan değil, ihtiyacın sahnelenme çabasından kaynaklandığından olmalı güdük ve sathi kaldı. Akif Emre’nin ençok korktuğu ve şiddetle uzak durduğu bir niyete oturuyordu biraz da o çalışmalar: Kudüs’ün ticaretine!