Geçmişteki İran gezilerimden birinde, Tahran’daki bir arkadaşıma misafir olmuştum.
Evde yemek yapacak kimse olmadığından, akşam yemeğini yakındaki bir lokantadan telefonla sipariş etti. Konuştuğu kişi bir hanımdı ve sipariş kaydını alırken ikide bir “kurban olayım” diyor, arkadaş da aynı şekilde mukabelede bulunduğunda ise “kurbanına kurban olayım” diyerek, kurban oluşta ondan bir adım daha öne geçiyordu.
Ne yalan söyleyeyim, bu hitapları önce yadırgamıştım. Ancak arkadaşın yüzünde en küçük bir ifade değişikliğine rastlamayınca (ki, bir kadınla böyle konuşabilmek, hemen her erkeğin suretine pis bir sırıtma ekler) İran kültüründe, kurban kelimesinin gündelik hayatta böylesine rahat, numarasız ve samimi bir şekilde kullanıldığının farkına vardım.
Ardından kurban kelimeli hitapların ilk çağrışımı belirdi zihnimde. Merhume Annem, çocukları olarak ona “ana” diye seslendiğimizde, spontane bir şekilde “anan kurban olsun yavrum, söyle” diye karşılık verirdi.
Daha o gün, Tahran ile Yozgat arasında, sadece kurban kelimesi üzerinden kurulan biz’lik köprüsü, bana üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir değer olarak görünmüştü.
Şimdi, yüzümüzü Kurban vakitlerine döndüğümüz şu saatlerde, söz konusu çağrışımların zihnimin derinlerinden çıkıp gelmesi sebebiyle, bana kendilerini hatırlatan o hatıraları hatırlamaktan sevinç duydum.