Sahilin ilk anlamı deniz, nehir, göl kenarı, kıyı(sı) demek. Ama onun oluş (oluşum) bilgisini ihtiva eden başka anlamları da var. Örneğin, su tarafından eğelenmek, kabuğu soyulmak gibi.
Suya perçin vurulmaz sözüyle teslim edilen bir hakkın tahakkukuna çıkar veya su sahilini hem kendisinin hem de kıyının (karanın) hakikatince şekillendirir demeye yol açar, bu vd. anlamlar.
Su toprağa baskındır, onu sürükler götürür. Kaya ise suya kolay kolay teslim etmez kendisi ona karşı direnir. Sonuçta bu sürükleme ve karşılıklı direnme halinden en doğal sahil manzarası (ahengi) ortaya çıkar. Öyle ki, suyun şiddeti ve sükuneti birlikte okunur kıyılardan. Nerde suya teslim olunulacağı, nerede ondan korunulacağı tecrübelerle sabit bir bilgiye dönüşerek insan ve su uyumunun göstergesi haline gelir.
Ama insan bu! Söz konusu uyumu gördüğü, doğa(l) değerini bildiği halde, suya perçin vuramaz ama bir şekilde, akışına yön vererek ona hakim olmanın bir yolunu aramaktan da geri durmaz.
Hele de o suyun sahili bir şehre ait ise, insanın suya tahakküm etme çabası, bir inadı, aşırı bir ısrarı izleyerek, en tehlikeli hallerinden olan kibrine bitişiverir.
İstanbul Boğazı’nın sahiline bu gözle bakmadıysanız, hemen bir bakıverin ve ardından, özellikle 1950’lerden bugüne orada nelerin değiştirildiğini arşivlerden izleyin, ilgili yazılardan okuyun; ilenç ve üzüntüyle dizlerinizi döveceğinize eminim.