Tabiat’tan kastım hilkat, huy, mizaç... anlamındaki tabiat değil. Şimdilerde daha çok doğa şeklinde tesmiye ettiğimiz şeyi kastediyorum.
Tabiat, yani “Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor” mealindeki ayette (Furkan Suresi, 31:20) belirlenen tabiat...
Bu ayetteki sehhare / musahhar kıldı / emrine verdi fiili, aynı zamanda bir Müslüman’ın tabiatla kurduğu ve kuracağı ilişkinin kaidesini oluşturur.
Sahhare’de bir zorlama vardır ancak bu zorlama temellük etmeye tekabül etmediği gibi, tahrip etmeye de tümüyle kapalıdır. Dolayısıyla söz konusu zorlamayı ehlileştirmek şeklinde anlamak icap eder.
Ehlileştirmek ise bir şeyin özünü, tabiatını, hakikatini değiştirmeksizin, onu ehil kılmaktır; işe layık hale getirmek, kalifiye etmektir. Örneğin toprağı tarıma elverişli hale getirmek, ağacı aşılamak suretiyle meyvesini yenilebilir kılmak, at ile onu yoldaş eyleyecek şekilde bir ülfet tesis etmek... gibi.
Ki bu fiilin eylenme anlayışı, biçimi aynı zamanda insanın dünya görüşünü, diğer bir söyleyişle inancını ele verir.