Nefs varlığı cihetinden “biz” olmakla yakînimizin yakîninde, ancak bilgi olarak uzağımızda hatta çoğumuz için uzağın da uzağındadır. Tıpkı çok yakınından bakılan nesnenin görülemeyişindeki gibi, “burada hazır”dır ama görülen şey görülmesi gereken şeyin çok az bir kısmına tekabül ettiği için tüm vasıflarıyla sanki orada bile değildir ya da karşımızda hazır duran (zahir) güneşe baktığımızda hem onu hem de yanımızda hazır duranları görmekten aciz kalmamızdaki gibi…
Bundandır ki, nefs üzerine zihin yoranlar, daha sözlerinin başında onun bilgisini ihata etmenin güçlüğünden müştereken söz etmişlerdir. Bu sebeple, önceki yazımızda İbn Bâcce’den verdiğimiz örnekle her bilgiyi kendi içine alan ve kendi merkezinden dışa yayan bu ağır ve yoğun bilginin şiir olarak edebiyatla ilişkisi ancak alanını çok daraltmak suretiyle açıklayabiliriz.
Nefes, ruh ve kalp vb. kelimeleri zikrettiğimiz her yerde aslında bir tek nefsten söz ettiğimiz malumdur. Konu şiir olduğunda zikretmek zorunda kaldığımız ses, nefes, harf, kelime vb. ifadeler de yine nefs alanındandır.
Safiyüddîn Urmevî nağmeyi “Bir müddet tizlik ve pestlik sınırında duran ve insan tabiatının ondan hoşlandığı ses”...