Ömer Lekesiz Yeni Şafak Gazetesi

Ölüm metafiziği

“Ölüm karşısında kendimize sahip olursak, onunla egemenlik ilişkileri kurmuşsak yazabiliriz ancak” diyen Maurice Blanchot, şöyle sürdürür sözlerini: “Karşısında direncimizi yitirdiğimiz şey...

09 Temmuz 2017 | 206 okunma

“Ölüm karşısında kendimize sahip olursak, onunla egemenlik ilişkileri kurmuşsak yazabiliriz ancak” diyen Maurice Blanchot, şöyle sürdürür sözlerini:

“Karşısında direncimizi yitirdiğimiz şey, egemen olmayacağımız bir şey midir bu, öyleyse kalemin altından sözcükleri çeker alır, sözü keser; yazar artık yazamaz, çığlık atar, beceriksiz, karmakarışık, kimsenin duymadığı ya da kimseyi heyecanlandırmayan bir çığlık.”

Blanchot, ölümün yazılamayışını egemenlik ilişkisindeki yetersizliğe bağlasa da, Heidegger, Levinas vb. doğmakla aslında ölmeye doğduğumuzu söyleyerek, zaten yazılmış olan büyük hükmün karşısında susmanın kaçınılmaz olduğunu belirtirler. Dolayısıyla “karşısında susulan şey” olarak ölüm, gündelik dile girmez; neredeyse tüm dillerin karşısında dilsizleştiği bir tanıklık olarak, muhataplarının suskunluk elbisesini giyinmelerini zorunu kılar.

Çünkü ölen, kendisinden sonraya kalanlara yok’luğundan başka hiçbir şey bırakmaz. Ki bu yokluk, tanımlanamadığı gibi, hatta tanımlanamadığı için asla tüketilemeyen bir yokluktur. Dolayısıyla bu yokluk, tüketilemeyişi nedeniyle aynı zamanda üstesinden gelinemez, kendisine hükmedilemez bir doluluktur ki, zaten İbn Arabi’nin kavlince, “yokluğun yokluğu, varlıktır.”

Blanchot’un egemenlik dediği şey de tam tersinden burada ortaya çıkar. Ölenle ilgili hatıralar (havatır), geride kalanların kalplerine anbean doğarak, onun yokluğunu, doluluğa tebdil ederler. Diğer bir söyleyişle, ölüm karşısında akıl susmaya yazgılıyken, kalp, sınırları nihayetsiz bir zarf olarak, ölenle ilgili kendinde toplanan hatıraları tahattura yazgılıdır.

Hal böyle olunca ölünenin kalana bıraktığı yegâne şey olan yokluk, doluluğu yönünden varlığı zorunlu olan bir şeye dönüşür ve tıpkı Heidegger’in “hiç hiçmektir” deyişindeki gibi, yokluk, varlığı her daim yoklanabilen şey haline gelir ve zandan bilgiye, kayboluştan buluşa, korkudan emana, şüpheden imana evrilerek asıl anlamını bulur.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Dâvûd el-Kayserî’nin Mukaddemât’ı 23 Kasım 2024 | 59 Okunma ‘Sanat gayet lüzumlu bi şey olup, olmayınca hiç olmaz!’ 19 Kasım 2024 | 42 Okunma Horasan Erenlerinin ‘Anadolu Mayası’nı hayatın içinde tutmak 16 Kasım 2024 | 98 Okunma Horasan Erenleri hakkında birkaç soru 14 Kasım 2024 | 265 Okunma Horasan Erenleri: Ne devletle ne devletsiz 12 Kasım 2024 | 917 Okunma