Önceki yazımızı, “Sünnî anlayışa tabi Vahdet-i Vücud’un, kurulmasına ramak kalmış Osmanlı’nın sadece Sünnî ve heretik unsurlarıyla İslam ümmetini değil, kitap ehli olan ve olmayan unsurları da yöneteceğine dair mümince bir ferasetten kaynaklandığına ve onun hitabının o zamanki devlet ehlince de doğru anlaşıldığına dair bir tereddüdümüz yoktur.” diyerek bitirmiştik.
Böylece şu iki durumun altını da çizmiş olduk: 1-Osmanlı’nın merkezinde İslam ümmeti olmak üzere, tüm ümmetleri yöneteceğinin öngörülmesi, 2-Yeni devletin tüm inanışlar için güvenli bir şemsiye olarak kurulması.
Sultan Sencer’in başı-bozuk Oğuzlar’a yani kendi milletine esir düşmesiyle yıkılması mukadder hale gelen Büyük Sulçuklular’dan sonra da İran’da örgütlü en büyük güç olarak görünen İsmailîler iktidarı hiçbir zaman ele geçiremediler.
Osmanlı’nın kuruluşundan yaklaşık yarım asır önce Moğol Hülâgû, önce Alamut Kalesi’ni zaptedip İsmâilîlerin kısmî hâkimiyetine ve ardından 800.000 ila 2.300.000 olarak rivayet edilen sayıda Müslümanları kılçtan geçireceği, kütüphaneler dahil kültüre ait her ne varsa tahrip edeceği Bağdat’a giderek Abbâsî...