Osmanlı’nın Bâtınîleri hem Sünnî anlayışı korumak adına dışın içinde, hem de fetihlerde onlara etkili bir rol yüklemek üzere Batı sınırında tutma siyaseti, bu yanıyla salt dini / itikadi değil, ekonomi ve muharebeyle de ilgili bir siyasettir.
Bu bağlamda, Bâtınîler fetih yolunda muharebe imkanları bakımından merkezin dikkatinde bulundurulmakla ve fethi takiben onlara kazandırılan ganimet, tımar, kale erenliği… yoluyla teskin edilmişlerdir.
Ayrıca Osmanlı içerideki halkını da geçmişteki Bâtınî kalkışmalardan korumak maksadıyla Fütüvvet müessesinin bir devamı olan Ahîlik’le –pîrler, şeyhler ve ustalar aracılığıyla– kontrolü elinde tutmuştur.
Vahdet-i vücûd nazariyesinin sunduğu entelektüel bir imkanla Osmanlı’nın kuruluşunda başlayan bu merkez ve tarikat ilişkisi, Bâtınîliğin yeni yüzü olan İran kökenli Hurûfîlerin, devletin kuruluş yıllarında üstlendikleri Bektaşîliği bozma, Çelebi Sultan Mehmed, Sultan Murad ve Fâtih Sultan Mehmed zamanlarında saraya sızma girişimlerine rağmen, I. Selim (Yavuz Sultan) devrine kadar sürdürülmüştür.
Ancak bu nihayet...