Batı’da ve Doğu’da hünerle, marifetle, ihtira (örneksiz yaratma/ kurgu) ve ibda (zuhura çıkarma) ile yapılan sanat, halk için ürettiği yararla (faydayla) doğru orantılıydı.
Güzel söylemek ve güzel eylemek, karşılıklı beslenme ilişkisi içinde, karşıtlıkla değil azami uyumla yürüyen şeyler olarak ahlâka, edebe, nezakete, halka hizmete... dahildi.
Sanat güzelleştiren ve güzelleştirdiği şeyi pratik iş/ fayda cümlesinden tedavüle sunan şey olarak, kendisiyle sıfatlananın (sanatçının) ilimde, icatta, yaşayışta özel (seçkin) yönüne işaret ederdi. Dolayısıyla sanat(çılık) halk içinde bir farklılığın (sınıfın) değil ama farkların farkında olanın farkındalığıydı.
Bu yanıyla sanat, kullukta bir ayrımı belirtmeyip, sadece takvada yarışmayı muteber görmenin bir sonucu olarak meta’ya dönüşmezdi. Elbette, biriktirilen değil, fiili ihtiyacı karşılayan şey anlamında rızkın temin yollarından biriydi sanat, ama bir pazar nesnesi olmadığı gibi, ayrıca pazarlama meşguliyetini gerektiren bir şey de değildi.
Bir şey meta’ya dönüşmedikçe puta dönüşemez; metafizik, bu tür dönüşümlerin yokluğudur ve suretlendirilmemiş (akli) putların hükümsüzlüğü nedeniyle de tefekkürün sıhhati ve selâmetidir.
Bu düzey, Allah ile sanatçı ilişkisinin belirlendiği bir düzeydir aynı zamanda. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi olması yönünden Tesir Eden ile O’nun kendisine kul olarak yarattığının O’ndan tesirlenmesi...