Şehit cenazelerinde tekbir çalınmasıyla ilgili olarak Yalçın Çetinkaya Hocamın yazdığı ikinci yazı üzerinde duracağımı söylemiştim.
Öncelikle, şahsıma ilgili rikkat yüklü güzel kelimeleri için teşekkür ediyorum. Rabbimiz, dostlarımızın aynı zamanda sorumluluğumuzu artıran hakkımızdaki güzel bakışlarına ve nitelemelerine karşı bizleri mahcup etmesin inşallah.
Gerçi bu arada İçişleri Bakanlığı da, birkaç gün önce valiliklere gönderdiği genelge ile konuyu (gündemden de düşürecek şekilde) resmileştirdi ve uygulamasını da şöyle sabitledi:
“İçişleri Bakanlığı, mensubu her rütbe ve görevdeki muvazzaf ve yükümlülerden şehitler ile güvenlik korucularından şehitleri, ebedi yolculuklarına uğurlarken törenlerde ‘ti’ işaretinin verilmemesi, saygı duruşunda herhangi bir çalgı aleti çalınmayarak sessizlik sağlamak suretiyle icra edilmesi esastır. Şehitliğin maneviyatına ve milletimizin gönlündeki yerine uygun olarak şehit cenazelerinde ihtiram yürüyüşü, Itri’nin ‘Segâh Tekbiri’ ile yapılacaktır.”
Ancak bu, Çetinkaya’nın, “Şehid cenazesinde tekbir çalınınca sorun çözüldü mü?” başlıklı yazısında, eylemin mana ve ruhuna uygun olarak yaptığı öneriyi geçersiz kılmamakta, bilakis, bir törenler toplamından ibaret devletin, din ile bu bağlamda kurduğu ilişkinin sıhhatini dikkatle gözetmeyi zorunlu kılmaktadır.
Çetinkaya’nın “Eğer kaldıysa tabiiliğimizi ve –varsa– vak’arımızı koruyalım yeter.” şeklindeki vurucu cümleyle bitirdiği önerileri şöyleydi: