Zaman, şeylerin etkisinden müstağni olarak, suları kıskandıracak bir süreklilik ve dinginlikle akar gider.
Onu ancak nispet kurma yeteneğiyle ve sayısal değerler icadıyla kendi hayatına iliştirebilen insan, onun biteviye oluşu ve akışı karşısındaki edilgenliğini, adeta içinde yüzdüğü denizde soluk almak için arada bir başını suyun üstüne çıkarırcasına, yapabildiği iradi ya da gayri iradi hareketlerle etken hale getirebilir ki, bizim vakit dediğimiz şey de buna karşılık düşer.
Daha farklı bir ifadeyle söyleyecek olursak: Adına zaman dediğimiz o som akışta, hayatımızın bir nişanesi, özel işaretlemesi olarak yapabildiğimiz hareketleri, vakit olarak tesmiye ederiz ki, vakitler de bu bakış açısına göre insanların, inançların, düşünme tarzlarının sayısına denk bir çokluğun, zamandan çıkması (halk) ve tekrar zamanda tevhit (cem’) olması anlamına gelir.
Kastettiğimiz hareketin en geneli (kuşatıcı olanı) ise sestir.
Çocuğun ağlaması süt ihtiyacının; darlığa düşenin feryadı, imdat talebinin, nutuk / vaaz / sohbet bilgilendirmenin ve nasihatin; ders zili eğitilmenin, çan, boru sesi, ezan nidası ibadetin; şimşek, yıldırım ve gök gürültüsü yağmurun, selin; toprağın uğultusu depremin, su dalgalarının sesi fırtınanın... vaktidir.
Nefesin ses ile vuslatı olan kelime ise, kastettiğimiz hareketin genellik yönünden ikinci derecedeki görüngüsüdür.